Babamın Mustafa Bey dediği Muhasebeci vardı. Muhasebeci yetmişli yıllarda vefat etmişti. Demirellerin muhasebecisiydi. Hayal meyyal hatırlıyorum. Eşi ve çocukları memurdu. Bir oğlu bir kızı vardı. Babam Demirellerin yanında halı bölümünde iken tanışmış. Arada bir sohbet ederlermiş. Babama da çok iyiliği dokunmuş. Babam otel odasında ölmeden önce sık sık ziyaret etmiş. Bir hayat tecrübesi olarak anlatırdı.
Muhasebeci Mustafa Bey parayı kazanmış karısına bir daire almış. Parayı kazanmış kızına bir daire almış. Parayı kazanmış oğluna bir daire almış. Hâlbuki karısı, kızı, oğlu maaşlı insanlar. Kızı oğlu bekâr, günlerini gün ediyorlar. Adamın kendisinde hiçbir mülk yok. Ne ev var, ne de başka bir şey. Öyle didar biri değildi. Ben de tanıyorum. O dönemin insanların çoğu alkol kullanıyordu. Mustafa Bey alkole düşkün! Karısına, kızına, oğluna evleri aldıktan sonra emekli maaşını keyfine göre yemeye başlamış. Alkollü olarak eve gittiği her zaman karısıyla arası açılmış. Karısı evden kovmuş. Kızının evine gitmiş kızı kovmuş. Oğlunun evine gitmiş oğlu kovmuş. Adamın kalacak yeri yok. Isparta’da bir otelden oda tutmuş orada yatıyor. Gündüzleri avare ortalıkta dolaşıyor. Akşamları içiyor. Babam da eski içicilerden ya! Adamı da seviyor. Çünkü zamanında çok yardım etmiş. Sık sık yanına uğruyor. Sohbet ediyorlar. Babam içkiyi bırakmasını istiyor. Mustafa Bey! Artık hayattan vazgeçmiş babama nasihatler veriyor. “Bak Hasan! Asla hayattayken çocuklarının karının üzerine bir şey alma! Hepsini kendi üzerine al. Sen öldükten sonra ne b.k yerlerse yesinler. Bak halime! Bir muhasebecilik maaşıyla (Tabii o zamanlar iyiydi. Hele bir de Demirellerin muhasebecisi) karıma, oğluma, kızıma ev alıverdim. Görüyor musun ben neredeyim? Ne gelen var ne giden! Herkes kendi hayatında! Gerçi benim de hatalarım var ama artık çok yaşlıyım. Hastalanıyorum. Geçenlerde evden ayrıldıktan üç ay sonra eve uğradım. Hanım kapıyı yüzüme çarptı. Acaba o evin tapusu benim üzerimde olsaydı kapıyı yüzüme çarpabilir miydi? Oğlumu arada bul. Kızım anasından beter. Yüzümü görmek istemiyormuş. Sen sen ol. Hep beni hatırla! Asla yaşarken hiçbir şey verme! Bak o zaman peşinde nasıl koşuyorlar? O zaman seni nasıl başköşeye oturtuyorlar?” Babam “Mustafa Bey benim bir evim var. Karım benden zengin. Babamdan da fazla bir şey kalmayacak. Onun için derdim senin ki gibi olmaz.” Demiş. Adam gülerek; “Ulan bunlar yeri gelir beş kuruşun derdine düşerler. Sen dediğimi unutma!” diye tembihlere devam ediyor.
Ben babamın arkadaşı Mustafa Beyi, karısını, kızını, oğlunu görmüştüm. Onlar baya sosyetik yaşıyorlardı. O zamanlar dairelerde oturmak zenginlik emaresiydi. Düşünün memursunuz tek maaşısınız yok. Babanız evinizi alıvermiş. Şehir küçük yol parası vermiyorsunuz. Maaş size kalıyor. Isparta gibi küçük bir yerde paraları savuracak yer de yok. Yaşam şekli modernleşmiş. Paralar tekstile, kozmetiğe gidiyor. O zamanlar her şey çok ucuzdu. Asgari ücret bile kallavi paraydı. Mesela 1970 yılında ben net olarak 610 lira maaş alıyordum. 610 lira asgari ücretti. Isparta’nın meşhur tandır kebabından bir porsiyon ki, doyurucuydu. Yanında kaymaklı kadayıf toplam yedi uçuk liraydı. Lokantalarda yemekler bir lira, iki lira, üç liraydı. Hani yedi buçuk liradan her gün öğleyin tandır kebabı ve kaymaklı kebap yeseniz 7,5 x30 = 225 lira yapıyordu. 610 lira asgari ücretin üçte biriydi. Yani aynı şekilde bir asgari ücretle 610/7,5 = 81 kez tandır kebabı üstüne kaymaklı kadayıf yiyebilirdiniz. Bundan bir ay önce Isparta’ya gittim. Kebap ve kaymaklı kadayıfın birer porsiyonunu sordum. 175 lira veya 200 lira olan yer varmış. Şimdi düşünüyorum her gün 175 liralık olandan yesek bir asgari ücrete kaç defa yiyebiliriz? 5500/175 =31 defa! Yani 81 den 31’e düşerek 50 defa tandır kebabını ve kaymaklı kadayıf yemeyi kaybetmişiz. Ülkenin geldiği ekonomik duruma bakar mısınız?
Yetmişli yıllarda akrabalar emeklilerin peşine düşüyordu. Acaba biraz aşırabilir miyiz diye? 40 yılda geldiğimiz hale bakınız. Millet emeklilerden kaçıyor. Ya bizden para isterlerse diye!
O dönemlerde evlerde ucuzdu. Hani apartman daireleri biraz pahalıydı ama memurlar için pahalı değildi. Zaten o dönemlerde bir memur emekli oldu mu emekli maaşıyla bir ev alabilir, artısına ticaret için para ayırabilirdi. Ancak memurların çoğu ticarette parayı batırırdı. Onun için ben memur emeklilerine ticareti hiç tavsiye etmezdim.
Muhasebeci Mustafa Bey Demirellerin muhasebecisi olmakla, karısı, kızı, oğlu memur olmakla baya zengin bir hayat yaşıyormuş. Sosyetenin göbeğine oturmuş. Sosyetenin göbeğine oturmak ne demek? Bireyselleşme, dünyevileşme, çıkar peşinde koşma, bohem hayat yaşama tavan! Bunun neticesi herkes birbirine “Tak sepeti koluna, git yoluna!” demiş. Mustafa Bey otel odasında karısından, oğlundan, kızından uzak can çekişiyor. Adam otel odasında yalnız öldü. Babam kaç defa ağır hastalığında karısına, kızına, oğluna haber vermiş. Kimse umursamamış. Bir babayı bu hale getiren ne olabilir? Bir kadını bu hale getiren ne olabilir? Daha kestirmeden soralım! Bir aileyi bu hale getiren ne olabilir? Sevgi, saygı, ilişki bitmiş. Sıfıra sıfır elde var sıfır.
Yetmişli yıllarda böyle bir hayatın yaşanması gerçekten çok düşündürücü! Babam bu olayı bazen hepimize anlatırdı. Sonra “İyi ki malım mülküm yok.” diye şükrederdi. Sanki malının mülkünün olmamasıyla aile ilişkilerinin devam ettiğine inanıyor gibiydi. Belki haklıdır. Babalar anneler hastalığında miras paylarının hesaplandığını, herkesin kendi hayali peşinde koşturmaya başladığını çok gördüm. Nasıl derseniz meslek gereği! İşletmeci ve Mali Müşavirim ya! Son zamanlarda gördüğüm şey evi, arazisi olanlar, çocuklarından ilgi görmeyince baya lüks huzur evlerine mallarını bakım karşılığı devrediyorlar.
Isparta’da yaşarken babam eski gecekondudan bozma evi satıp bir ev almaya kalktı. Eşim ona eski tarihi bir ev buldu. Evin önünde geniş bir bahçe vardı. Tek katlı, eski tip yapı! Eskiden Isparta’da Rumlar yaşarken, papazın eviymiş. Hamı da bula bula papazın evini buldu. Babam annem bahçesine bayıldılar. Evi almaya karar verdiler. Babama dedim ki; “Baba tapuyu yarıyı yarıya yapın! Yarısı annemin, yarısı senin olsun” “Niye oğlum?” “Baba beni bilirsin. Benim malla mülkle işim yok. Ancak şeytan ne yaptırır bilinmez. Birinizden biri önce ölürse, evin yarısı kendisinin, erlik hakkından diğer yarısını yüzde yirmi beşine sahip olsun. Böylece mirasçılar evin dörtte üçüne sahip olsun! O zaman ev üzerinde kavga yapamazlar. Bak altı kardeşiz. Yarın ne olacak bilinmez. Damatlar var gelinler var.” “Vallahi hiç bu açıdan düşünmemiştim. Haklısın oğlum!” dedi ve yaptı. Kardeşlerimden biri duydu: “Babama bu hinliği Abim öğretmiştir.” demiş. Baya gülmüştüm.
Ne yazık ki insanların çoğu dünyadayız diye dünya malına çok tamah ediyor. Hâlbuki gelip geçici bir hayat! Hiç kimse dünyadaki varlıklarını ahirete götürmüyor. Özellikler dindarlar buna inandıkları halde, en çok mal kavgası dindar ailelerde görülüyor. Meslek gereği sürekli gördüğüm bu tür kavgalar beni çok üzüyor. Bazen kavgalarına beni karıştırmaya kalktıklarında “Başlarım sizin dünyalık kavganızdan!” deyip bırakıp gidiyorum.
Gerçekten bu insanlara, özellikle dindarlara, hele özellikle biz bilinçli Müslümanız, hayatımızı Kur’an ile yaşıyoruz diyenlere, dünya malı dünyada kalır, kavgasına gerek yoktur bilincini nasıl kabul ettireceğiz?
Gerçekten bu konuda çok sitemim var.
Halbuki Allah ayetlerinde uyarıyor: “Dünyadaki bütün varlıklar benim, siz ölerek onları yine bana bırakıyorsunuz.”
Bir gün gelip dünyanın kıyameti koparsa herkesin tapuları ellerinde patlayacak!
Zaten insanın ölümü kendi kıyameti değil mi? İnsanın kendi kıyameti kopunca tapularının bir anlamı var mı? Tapu sahibi mezara, çocukları tapu kavgasında! Ne güzel hayat!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder