21 Kasım 2022 Pazartesi

Babam ve Ben 28

Babam soruyor: “Oğlum dün senin öğretmenin işyerime geldi. Acaba benden bir beklentisi mi var?” 

Babam veli olarak ilkokul, ortaokul, lise yıllarında hiçbir zaman okula gelmedi. Veli toplantıları olduğunu söylediğim halde hiç birinde olmadı. Sadece ilkokulda annemin bir kez veli toplantısına gittiğini hatırlarım. 15 Ekim doğumlu olduğu için okula sekiz yaşında gitmiş oldum. O zamanlar yedi yaşındaki çocuklar okula gidiyorlardı. Ancak ben Ağustosta kaydı olan, Eylülde başlayan okullara ekim doğumlu olduğum için 1951 yılında doğanlarla beraber gidemedim. Ben 1951 ve 1952 doğumlu olup Eylül ayına sarkmayanlarla okula gitti. Dolasıyla bir yıl ilkokula geç başlamamın bende etkisi olumlu oldu. Herkesten önce kavradım. Herkesten önce öne çıktım. Hatta hatırlarım ilkokul birinci sınıfta öğretmen yatakta yatan bir çocuk resmi çizin dediğinde defterime perspektifleri tamamen belirli bir yatak yapmış, sonra üzerine bir insan resmi çizmiştim. Hoca şaşırmış beni tahtaya kaldırıp “Hadi bir de tahtaya çiz Mehmet arkadaşların görsün!” demiş ben tekrar tahtaya çizmiştim. O gün öğretmen, “Aferin sende ressam olacak kabiliyet var.” deyip beni ateşlediği için ilkokul, ortaokul, lisede resim derslerim çok iyiydi. Hatta lise yıllarında yakamda hep resim paleti rozeti takmıştım. Öğretmenlerin sıcak yönlendirmelerin çocuklar üzerinde olumlu etkilerine her zaman şahit olmuşumdur. Hatırladığım başka bir anı ise şöyledir: Ortaokul ikinci sınıftaydık. Resim hocamız alçıdan bir obje yapmamızı, onu boyamamızı istemişti. Ancak obje madalya şeklinde olacaktı. Yani yapacağımız şeyi önce alçıda kabartma halinde yapacaktık. Sonra boyayacaktık. Bizim okul ile eve giden yol üzerinde bir alçı işleri yapan esnaf vardı. Evlere alçıdan desenler yapıyordu. Hani günümüzde tavan veya başka yerlere yapılan desenler gibi! Bugün fabrikasyon fiberden yapılıyor. O günlerde alçıdan yapılıyordu. Alçı aynı zamanda ressamlık yapıyor, değişik objeler yapıyordu. Sonradan öğrendim meğer resim öğretmeninin arkadaşıymış. Bazı uyanık çocuklar objeleri boyayız alçı işleri yapandan alıp, üzerini kendileri boyamış. Tabi alçı işleri yapan objeler için kalıp yapıyor, kalıba alçıyı döküyor. Bu nedenle alçı işi yapanın objeleri her açıdan düzgün oluyor. Bense evde madalya şeklinde yuvarlak alçı üzerine horoz motifi işledim. Boyamasını da harika yaptım. Öğretmen ön sıradan çocukların yaptıkları işleri kontrol etmeye başladı. Tabii hemen objelerin alçı işleri yapandan alındığını düzgün oluşundan anlıyordu. Ön sıralarda sorgulayarak öne çıkardı. Objeyi alçı işleri yapandan alıp boyama yapanlara boyama karşılığında altı notunu verdi. Objesini kendisi yapanların objesi kalıptan çıkmadığı için düzgün değildi ve hemen anlaşılıyordu. Onlara sekiz dokuz on vermeye başladı. Bana geldi şöyle bir yaptığıma baktı. Altı notunu verip geçti. Yanımdaki arkadaş objeyi benim yaptığımı biliyordu. Öğretmen objeyi alçı işleri yapandan aldığımı zannetmişti. Yani objeyi kalıptan çıktı zannetti. Öğretmen diğer sıraya gidince yanımdaki arkadaş “Mehmet niye objeyi ben yaptım demedin? Bak öğretmen objeyi aldığını zannedip sadece boyamaya oy verdi.” Arkadaşıma “Sus! Öğretmeni mahcup etmeye gerek yok. Öğretmenin benim yaptığım objeyi kalıptan çıkmış obje sanması bana yeter. Bana on vermiş, altı vermiş önemli değil. Önemli olan öğretmeni mahcup etmemek!” dedim. Arkadaş duramamış. Teneffüste gidip öğretmene söylemiş. “Öğretmen çok şaşırmış. Bir de benim söylediklerimi duyunca göğsü kabarmış.” Daha sonraki derste yanıma gelip, kulağıma eğildi. “Notunu düzelttim ama bundan ötesi senin gibi öğrencim olduğu için gurur duydum.” dediğinde bir şey anlamamıştım. Sonradan arkadaşım bana öğretmene söyleyince durumu öğrendim. 

Özellikle Ticaret Lisesine geçince sanki yerimi bulmuş gibiydim. Meslek derslerimiz vardı. Mal bilgisi, muhasebe, Ticaret Aritmetiği, Mali Cebir, Ekonomi dersleri benim tam ilgi alanım oldu. Daktilo da iyiydi ama gençlik esintileriyle gelgitler yaşıyordu. Moralim iyi olursa dokuz on alıyordum. Moralim bozuk olursa bir iki alıyordum. Bir gün daktilo hocası sordu: “Mehmet bu notların ne böyle?” Nasıl söyledim bilmiyorum ama ağzımdan “Aşk yaşantım gibi dalgalı hocam!”  deyivermişim. Hoca gülümsedi. Arkadaşlar “Ulan kime âşıksın söyle!” demeye başladılar. Aynı olayı Mali Cebir dersinde de yaşamıştım. Mali Cebir dersi haftada iki gün birer saat vardı. Haftanın ilk gününde hoca bana on verdi. Hatta sözlüye falan kalkmamıştım. Ancak Mali Cebir dersinde hoca tahtaya bir soru yazıp kim cevaplayacak ya da kim çözecek derse hemen parmak kaldırıyordum. Genellikle kalkıp çözüyordum. Hoca zaten öyle dedi: “Mehmet senin her zaman parmak kaldırman, tahtaya çıkıp soruları çözmenden dolayı sözlü notu olarak on verdim.” dedi. Aynı gün sınıftan çıkarken gelecek ders yazılı imtihanı var deyip çıktı. Yazılı imtihana girdik. O gün sevdiğim kızı yolda görememişti. Moral bozuldu, yazılı kâğıdını boş verdim. Tabi alacağım notu biliyorum. Lise üçüncü sınıf A ve B olarak iki sınıftı. Biz A sınıfı idik. Bizden sonra B sınıfı da imtihan oldu. Hoca hemen benim kâğıda bakmış, bakalım ne yaptı diye? Kafasından on bekliyor. Boş kâğıdı görünce şok geçirmiş. B sınıfını imtihan ederken, “A sınıfında bir öğrenci beni altüst etti. Sınavda hiç ummadığım bir kâğıt verdi.” demiş. Teneffüste arkadaşlar soruyor. Kim bu? 

Lise üçüncü sınıfa geldiğimizde bir hocamız aynı zamanda sınıf hocalığını yapıyordu. Muhasebe, Mali Cebir, Ticaret Aritmetiği, beden eğitim derslerine giriyordu. Aslında bedenci değil. Bedenci olmadığı için sınıf öğretmeniyim boş bir anımda onlara ben gireyim. Zaten sporu seviyorum demiş. Meslek dersleri lise üçüncü sınıfta bende tavan yaptı. Notlarım çok yüksekti. Sınıf birincisi olmamak için bir dersi zayıf bırakırdım. Üçüncü sınıfta daktilo dersini zayıf bıraktım. Daktilo hocası birinci dönem kurtarma imtihanı yaptı, bilerek doğru yazmadım. Çünkü sınıf birincilerinin çilelerini biliyordum. Okula gelen her yetkili, önce sınıf birincisi kim diye sorar. Sonra imtihan yapmaya kalkardı. Sanki bakalım hak etmiş mi diye! Ben de gıcık olurdum. Onun için bir dersi zayıf alır, birinci olmaktan kurtulurdum. Lise üçüncü sınıfta not ortalamam sınıf birincisinden daha yüksek olmasına rağmen zayıfım var diye olmadım. Böylece şamar oğlanı olmaktan kurtulup rahatladım. 

O zamanlar muhasebe bürosu açmak çok basitti. İlkokul mezunu olmak yetiyordu. Onun için hocamız ev kadını olan karısı üzerinden muhasebe bürosu açmış. Sürekli tekrar ediyor. Hani bizim Ticaret Lisesinde öğleden sonra ders yok ya! Hoca sınıfta çocuklar, “Öğleden sonraları muhasebe bürosunda çalışabilir, mesleği iyice öğrenebilirsiniz.” dedi. Söylerken gözümün içine bakıyordu. Aksilik hep başarısız çocuklar parmak kaldırarak muhasebe ofisine geleceklerini söylediler. Hâlbuki hoca beni istiyordu. Bana direkt sordu: “Mehmet gelmez misin?” “Yok, hocam evde başka işler yapıyorum.” “Ne tür işler?” “Hocam para kazanmak için Isparta halısı modelleri çoğaltıyorum.” “Baban ne iş yapıyor?” “Halı ve halı ipi satıyor hocam!” “Nerede?” Hocaya yerini tarif ettim. Ha tamam deyip geçiştirdi. 

Benden tarifi alan hoca babamın dükkânına uğramış. “Önce benim gibi çocuk yetiştirdiği için teşekkür etmiş. Sonra muhasebe bürosuna gelmesini teklif ettim kabul etmedi. Evde model yapıyormuş. Muhasebe işleri yapsaydı daha iyi olurdu.” demiş. Bunun üzerine babam “Benim, bazı komşuların defterlerini tutuyor.” “Ya yanlış yaparsa! Getirsin ben kontrol edeyim.” “Gerek yok hocam! Benim muhasebeci arkadaşım Mustafa Bey var, o beyanname döneminde kontrol ediveriyor.” 

Akşam babam eve gelince beni sorguya çekiyor. “Oğlum bugün öğretmenin geldi. Neden geldi? Benden bir beklentisi mi var?” “Baba ben nereden bileyim?” “Sen öğretmene sorsaydın ya!” “Muhasebe bürosu açmış seni oraya istiyor.” “Baba bedava çalıştıracak adam arıyor. Ben model yaparak para kazanıyorum niye gideyim?” “Aferin! Kafan çalışmaya başlamış.” 

Ben velisi tarafından takip edilmeyen, desteklenmeyen, okul harçlığı almayan, veli toplantılarına velisi gelmeyen, okullarda tek başına mücadele eden bir cengâver gibiydim. O dönemin insanları bir garipti! Babam öğretmen ayağına kadar gidince, “Benden bir şeyler mi bekliyor.” diye düşünüyor. Zannediyor ki öğretmen benim okuldaki durumu iyileştirmek için babamdan bir şeyler bekliyor. Hani halıcı falan dedim ya! Öğretmen zengin zannedip bir şeyler bekler diye düşünüyor. İnsan ilişkilerinde hemen maddiyat aramaya başlıyor. Oturup açıkça da dostluk, arkadaşlık kurmuyor. Ne olur ne olmaz benden bir şeyler isterler diye okula uğramıyor, ayağına gelenden şüphe ediyor. Ne diyebilirim? Benim de böyle bir babam oldu! 

Velisi tarafından takip edilmeyen, desteklenmeyen bir çocuğun psikolojisini iyi bilirim. Çünkü birebir yaşadığım bir hayattır. İlk zamanlar insana çok kokuyor. Sonra alışıyoruz. Öğretmenler “Senin velin veli toplantısına niye gelmedi?” diye sorduklarında “Öğretmenim işte çalışıyor. Patronundan izin alamıyor.” diye babamızı kurtarmak için yalan söylüyoruz. “O zaman annen gelseydi. Annen niye gelmedi?” diye sorduklarında, “Öğretmenim evde halı atölyesi var. Başından kalkamıyor.” diye annemizi kurtarmak için yalan söylüyoruz. Böylece daha çocukken yalan söylemeye alışıyoruz. Hâlbuki çocuğuz. Babamızı annemizi kurtarmak bize mi düştü? Ancak çocukluğun saflığıyla annemizi babamızı kurtarmayı seçerek yalan söylüyoruz. 

Onun için çocukları okulda okuyanlara tavsiyem çocuklarınızı okulda yalnız bırakmayın! Anne, baba olarak arkasında olun! Onların sizleri kurtarmak için yalan söylemelerine zemin hazırlamayın! Çocuklarınız başarılı, akıllı olurlarsa belki yalnızlığın üstesinden gelebilirler. Ancak çocuklarınız okulda başarısız ise başka yönlere saparlar. Haşarı, asi, kendi başının çaresine şiddet yoluyla bakan çocuk olurlar. Bunun nedeni okulda şiddet eylemleri yapıp, okul yönetiminin anneyi babayı istemelerine neden olmaktır. Yani sırf annemiz babamız okula gelsin diye okulda olay çıkarırlar. Bunun adına psikolojide “Çocukların ben buradayım diye dikkat çekme gayreti!” denir. Hiç şiddet yanışı olmayan çocuklar bile sırf bu yüzden şiddeti seçebilirler. Yapmayın etmeyin! Çocuklarınızı okullarda yalnız bırakmayın. Çocuklar benim de babam annem var desin. Çünkü veli toplantılarına velileri gelmeyen çocuklar için arkadaşları “Ulan annen baban yok da bizi mi kandırıyorsun?” diye ya suçlarlar ya da alay ederler. Onun için sakın yapmayın! Çocuklarınıza yazık. Ha çocuklarımıza okul hayatında destek olacağız diye de zırt pırt okula gitmeyin! Tadında gidin. Veli toplantılarına gidin! Velileri zırt pırt okula gelen çocuklar da psikolojik sorunlar yaşar. Bunu unutmayın! Şöyle düşünün! Arkadaşları çocuğunuzla şöyle alay ediyor. “Yine annen mi geldi lan ana kuzusu!” ya da “Kız yine annen gelmiş, hayrola!” Babalar gelse daha başka versiyonları çalışmaya başlar. “Baba iki de bir okula gelip gidiyor. Kime hava atıyor? Kimi korkutuyor? Dayı mısınız siz?” Al bakalım başına belâyı! Anlıyorsunuz değil mi? Her şey tadında güzeldir.

Hiç unutmam! Bir gün büyük oğlum "Baba sen okula gelme!" dedi. "Niye oğlum!" "Teneffüsteydik, bütün arkadaşlar senin okula girişini görünce başladılar konuşmaya!" "Ne konuştular?" "Oğlum senin baban kim, ne iş yapıyor dediler." "Niye?" "Çok gösterişli okula girdin!" "Ne var bunda?" "Hiç! Gelme işte!" 

Hatırlıyorum. Müdür muavini görüşmek istemiş. Ben de o zamanlar bir pazarlama şirketinin müdürlüğünü yapıyorum. Siyah rengi çok severim. O gün siyah takımları çekmişim, kravatlı sinek kaydı tıraşlı! Bir de topuklu ayakkabılarım vardı. Okula kadar arabamla gittim. Tabii okul bahçesine arabayı sokmuyorlar. Bir yere pak ettim. Okulun bahçe kapısına geldim. "Müdür Muavini hanım beni çağırmış görüşmeye geldim!" Kapıdaki bekçi zaten beni görünce eli ayağı karıştı. Kimsin diye bile sormadı. "Buyurun efendim!" deyip kapıyı açtı. Okulun bahçe kapısından okul kapısına doğru müdür havasıyla yürüyorum. Tam o ara çocukların teneffüsü bitmek üzereymiş sınıflara girmek için okul bahçesinden okulun bahçeye bakan kısmındaki sınıfların önündeki salonda yürüyorlarmış. Birisi görmüş. "Valla birisi geliyor, müfettiş mi ne?" demiş. Öyle deyince herkes katlardan bahçeye bakmaya başlamış. Benim oğlan "O müfettiş değil benim babam!" deyince, "Oğlum senin ne biçim baban var?" demeye başlamışlar. 

Görüyor musunuz? Bu bile çocuğu tedirgin etmiş. Daha ne diyeyim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder