Ah babam ah! “Oğlun evet dedi.” diye anamı kandırmış tarlayı sattırmış. Dededen kalma araziler vardı. Ölünce çocukları paylaştı. Anamın babası Sadık dedem baya köyün varlıklı ailesiymiş. Şehir merkeziyle de akrabalıkları vardı.
Çocukluğumdan hatırladığım köyde, köy ile Isparta arasındaki bağ ve tarlalardan başka Parabağlar dediğimiz farklı bir yer vardı. Isparta ile Sav köyü arasındaki tam yarıda güneydeki dağın eteklerindeydi. Bir dağım yamaçlarından önünden geçen çaya doğru açılıyordu. Toplam dönüm neredeyse kırk dönüm falan vardı. İçinde dedemin kiraladığı iki taş ocağı vardı. Önünden çay akmasına rağmen suyu yoktu. İçecek su damdan pınarı dediğimiz damlayarak su akan bir kayanın altındaki küçücük bir su birikintisiydi. Suyun bol oldu yer dağların sırtında bir yerdeydi. Oradan Isparta’nın bazı dağ köylerine gidilirdi.
İçinde iki katlı altı ahır, üstü içi işlenmemiş sadece tabanı çakılmış içinde ocağı olan bir ev vardı. Dedemler yazın büyük bir bölümünü orada geçirirlerdi. Çünkü iş çoktu! Sebzeler, meyveler, buğday, nohut, mısır ekilirdi. Dedem ölünce anneme nenemin yeri ayrıldıktan sonra baya geniş bir bölüm kaldı. Babam oraya gözünü dikmiş, nasılsa gidip gelmiyoruz, bakamıyoruz diye sattırmak istiyor. Satıp parasıyla halıcılık yapmak istiyor. Babam halıcılık yaptığı tarihten itibaren sürekli oranın satılmasını sermaye yapılmasını istiyor. Ancak babama güven yok. Çünkü sermayesiyle peşin halı alıyor. Bir sene vadeyle kim çok verirse veriyor. Çok verenler de üçkâğıtçı sahtekâr oluyor. Babam halıcılıkta tıpkı karabatak gibi batıyor çıkıyor, batıyor çıkıyor. Evde sürekli iki halıyı annem, kardeşlerim ve komşular işliyor.
Evlendim ayrı yaşıyoruz ama babamla aynı dükkânda çalışıyoruz. Ben muhasebecilik yapıyorum babam halıcılık ve halı tamirciliği yapıyor. Halıcılıktan batıyor, halı tamirciliğinden kazanıyor. Tabii batışlarından annemin fazla bilgisi yok. Annem eve ekmeğin gelmesiyle teselli buluyor. Ev var, bağ, bahçe, tarla var. Zaten buralardan yiyeceklerin büyük bir bölümü geliyor.
Ancak babamın zengin olma hayaliyle başladığı halıcılık serüveni bitmiyor. Batıyor çıkıyor ama sanki milli piyango alanların umutları gibi aldığı her halıyı bol kazançlı satıyor fakat parasını alamıyor. Tek derdi Parabağlar dediğimiz eri sattırıp büyük halı alışı yapıp voleyi vurmak. Anama bir sürü hedef koyuyor. Çok kazanır. İki üç katlı ev alırız. Oğlanı yanımıza alırız. Falan filan! Annemin ailesi de arazi satmaktan yana değil. İmkân olursa sürekli alım yapan ancak hiçbir zaman satma kafasında olmayan bir anlayışa sahipler. Bu nedenle dedem de sürekli almış. Yetmişli yıllardan itibaren yaklaşık on yıldır babam satılması için yalvarıyor. Bir gün anam dayanamamış “Ben sana parayı emanet etmem! Ben duydum sen sürekli batıyor musun? Benim paramı da batırırsın!” demiş. Babam bunun üzerine hesaplar kitaplar yapmış önüne kazançlı bir tablo koymuş. Bu sefer anam “Oğlan bu işte olursa olur.” demiş. Babam bana hiçbir şey söylemiyor. Bunu duyan baban zaten müşterisi hazırmış anamın hisselerini satıp halı alıyor. Anam da bana bir şey demiyor. Böyle böyle oldu onun için Parabağlar’daki hissemi sattım. Babanla halıcılık yapacaksınız falan demiyor. Babam halıları satıyor. Adam sahtekâr çıkıyor, babam yine iflasta! Bir dükkâna geldim babam bir köşe oturmuş. “Anasını sattığımın kaderi bir yüzümü güldürmedi. Karının parası da gitti! Deyyus çok iyiye benziyordu.” diye hayıflanıp duruyor.
Ben o zaman durumu öğrendim. Anama dedim: “Ben babama Parabağları satabilirsiniz.” demedim. Sana yalan söylemiş. Olan olmuştu. Giden gitti geriye gelir mi? Zaten bu olaydan sonra babamı emekli ettim, halıcılığı bitirmeye başladı. Daha çok halı tamirciliğine yöneldi.
Bütün bu olayları mesleğim Mali Müşirlik ve İşletmecilikle birleştiriyorum karşıma şu özetler çıkıyor.
• Bir alıcı çatır çatır pazarlık etmiyorsa şüpheleneceksin. Ödeyecek adam iyi malı ucuza almak ister. Enayi değil. Piyasayı dolaşıyor her şeyi öğreniyor. Eskiler “Satarken değil alırken kazanırsın!” derlerdi. Bu her zaman böyledir. İyi malı ucuza alabilirsen, başkaları gibi aynı fiyata sattığında çok kazanırsın. İyi dürüst müşteri kuruşların dahi hesabını yapar. Eğer kolay kazançlı sattığın bir şey varsa; bil ki gelmeyecektir. Çünkü o kişi kolay aldığının bedelini vermez. Yine kolaya ucuza peşin verir, borcunu ise takar geçer. Bu hep böyle olmuştur.
• Bir insan ticari hayatta başarısız oluyorsa, hele peşin mal alıp vadeli satarken iflas ediyorsa, ya ticaret şeklini değiştirecek ya da işini değiştirecektir. Peşin mal alıp vadeli satmayı beceremeyenlerin, peşin alıp peşin satışa geçmesi gerekir. Ya da vadeli alıp peşin satabilecekleri işleri kurması gerekir. Babam bunu beceremedi. Babam borcuna çok sadık biriydi. Asla borcunu ödemeden rahat uyuyamazdı. Bakkala, markete, esnafa asla borç yazdırmazdı. Onun için öldüğünde en iyi bildiğimiz şey hiç kimseye maddi borcunun olmamasıydı. Zaten ölümünden on beş yıl önce halıcılığı da bırakmıştı. Eskiden borçları bazen vadeli halı alıp kazançlı satıyorum ayağına kaybetmesiydi. Onları da kazanır öderdi.
• Saf iyi niyetli insanlar ticaret yaptığında asla vadeli satışlar yapmasınlar. Çünkü onları insanlar çok çabuk kandırır. Onlar hatta kurumsal iş yapsınlar. Çünkü böyleleri alırken de kazık yer, satarken de kazık yer. Saftırlar, iyi niyetlidirler, herkesi kendileri gibi görürler. Onun için saf iyi niyetli dürüst insanlar kurumsal iş yapsınlar. Kurumsal iş ne demek? Alışı belli satışı belli, peşin olan, küçük değerli işler. Mesela büfecilik, gazete, sigara, ekmek, bakkaliye işi! Eskiden bakkallara yazdırılıyordu. Şimdi yazdırma işi fazla kalmadı. Şimdi kredi kartlarıyla esnaflar rahat! Alacak derdi olmuyor.
• Kredi kartları hayata girmeden önce perakende halı, mobilya, beyaz eşya, elektronik işleri tehlikeliydi. Bunlar senetlerle vadeli satılırdı. Üçkâğıtçılar birbirlerine kefil olup, çifte dolandırıcılık yaparlardı. Memurdu işçiydi fark etmez. Emekliydi fark etmez. Memurlar, işçiler, emekliler borcunu ödemediği zaman maaşlarına icra gelir. Ancak ne memurlar memurluğundan, ne işçiler işçiliğinden, ne de emekliler emekli maaşlarından olmazdı. Şu anda yüzde kaç bilmiyorum ama bildiğim zamanlarda icra daireleri maaşlıların ancak yüzde yirmisini alabiliyordu. Hatta bir zamanlar emekli maaşlarına icra gelmiyordu. Onun için bu işler tehlikeliydi. Şimdi kredi kartları devreye giriyor. Senetler ortadan kalkıyor. Taksitli kredi kartlı satışlar yapılıyor. Millet rahat. Bazı arkadaşlar kredi kartlı satışlara işin içine faiz giriyor diye karşı çıkabilir. Ancak kredi kartıyla satış yapmak için devreye faiz girmez. Bankalar hizmet karşılığı cüzi miktarda komisyon alırlar. Bazen de satışları teşvik için kredi kartıyla satış yapacak firmalara müşterilerine yüzde kaç puan vereceklerini sorarlar. Mesela bazı firmaların puanı çoktur. Satış yaparken satıcı söyler. Bizden aldığınız her ürün karşılığında yüzde bir veya yüzde iki puan kazanırsınız. Bazıları hiç vermez. Puanların bankalarla ilgisi yoktur. Bankayla ilgisi olan komisyonlardır. Komisyonlar ise günlük satışları ertesi günü çekersen alırlar. Ancak satışların bankada satış tutarlarına göre on, on beş, yirmi gün gibi kalırsa yine komisyon almazlar. Kısaca kredi kartlı satışlarda faiz işlemleri yoktur ama faiz işleri yapan bankalarla çalışmış olursunuz.
• Ticaret işi yapanlar işleri iyi gitmiyorsa hayallerinden vazgeçip gidişata dur demesini de bilmeleri gerekir. Zamanında dur diyemezlerse ellerindeki avuçlarındaki uçar gider. Maalesef çoğu insan biraz daha, biraz daha derken sıfırı tüketirler. Ticaret şanstan ziyade beceri işidir. Piyasayı koklamak, işleri koklamak, ticarette disiplin sağlamak önemlidir. Anadolu halkı güven esasıyla ticaret yapar. Hâlbuki güven esasıyla ticaret yapmak bitmiştir. Yalan dolan her yeri sarmıştır. Ancak kurumsal iş kuranlar başarılı olur. Kurumsallık ne demek? İşi disipline etmek! Satışları garantilemek! Mesela cezaevine girmeden bir halıcının yanında çalıştım. Patron müdürsün bizim işi öğreneceksin, onun için ben görüşmeler yaparken sürekli bulun diye tembih etti. Bir gün patronun odasına sakallı altmış yaşlarında bir amca, yanında doğulu bir genç girdi. Amcayı tanıyordum. Halıcılık yapıyordu. Halıcı amcanın getirdiği genç adam baya afili, gösterişliydi. Giyimi felaketti. Ben iş adamıyım diye bağırıyordu. Hem de zengin iş adamıyım diyordu. Hacıya demiş ki; “Ben öyle küçük çaplı alım yapmayacağım. Ayda bin metrekare halı alacağım. Bana ayda bin metrekare halı verebilecek halıcı var mı?” demiş. Hacıda bize getirdi. O zamanlar Atlas, Gümüşsuyu, Hasel halılarını satıyoruz. Adam patronun karşısına havalı bir şekilde oturdu. Konuşmaya başladı: “Ben her ay bin metrekare halı alacağım. Bana verebilecek misiniz?” Patron gencin havalı konuşmasından hoşlanmadı. “Delikanlı, delikanlı gibi ayda bin metrekare halı alacağını söylüyorsun. Söyle bana peşin mi alacaksın?” “Hayır! Sekiz ay vadeli alıp, altı aylık taksitlerle satacağım.” Yani senin bana ödemen sekiz ay sonra olacak. Sekiz ayda biriken borcun sekiz bin metrekare halı borcu olacak. Halının metrekaresi şu an 11 bin lira, 11.000 x 8.000= 88 milyon lira! 88 milyonluk halı ayda yüz kamyon, sekiz ayda sekiz yüz kamyon halı eder. Senin 88 milyon liralık bu kadar halıyı alma çapın var mı?” “Var.” “Nasıl? Bana iki şey getirmen lazım! Ya 88 milyon liralık tapu, ben tapuların üzerine ipotek korum masrafı benden, ya da bana 88 milyon liralık bankanın kefil olduğuna dair banka mektubu getirirsin masrafı bana ait. Sonra benim yanımda ayda bin metrekare halı verebilir misin diye hava atma! Önce haddini bil. Sen garantileri getir, ben sana ayda yüz bin metrekare halı vereyim.” Adam şaşırdı. “Ama benim 88 milyon liralık tapum yok ki! Bankadan da bu kadar yüksek banka mektubu alamam!” “Madem tapun yok, madem banka mektubu alamayacaksın ağzını doldura doldura ben ayda bin metrekare halı istiyorum verebilir misin diye niye hava atıyorsun?” “Senet vereceğim ya!” “Senin senedinden bana ne? Senet dediğin kâğıt parçası! Halılarımı satar köşeyi döner kaçarsan ben ne yapacağım? Ben senin ticaretinin garantisi değilim. Ben kendi ticaretimin garantisiyim. Sen benim paramla para kazanamazsın, ben sana kendi paramla mal satarak para kazanacağım. Para kazanmak içinde senden alacağımı almam lazım. Bunu da garanti etmelisin!” Adam ne diyeceğini şaşırdı. Bir müddet düşündü. Sonra “Kefil bulayım!” dedi. “Evet, kefil olur ama kefiller de bana ya tapu getirecekler ya da banka mektubu!” “O zaman kefil olmazlar ki!” dedi. Bunun üzerine patron; “O benim sorunum değil, o senin sorunun. Benden halı almak istiyorsan adam gibi garantiler getireceksin.” Adam düşünürken Ispartalı halıcı devreye girdi. “Hacı abe ben kefilim olurum.” dedi. Patronun hacıya sözü tam bir ibretlikti. “Ben dostlarımı kefil yapmam. Çünkü ben alacağımı alamazsam kefil olan senin donuna kadar alırım. Kaldı ki senin 88 milyonluk çapın yok. Ben seni bilmiyor muyum? Sanki sen kefil olsan senden tapu veya banka mektubu istemeyecek miyim?” Ispartalı hacı bu sözler üzerine şaşırıp kaldı. Sitem edercesine “Hacı abe çok kırıcı oluyorsun. Ben sana iyilik için müşteri getirdim. Sen beni adeta azarlıyorsun. Benim senin yanında hiç mi değerim yok.” dedi. Patronun buna karşılık sözleri daha ibretlikti. “Bak hacı benim katımda değerin olduğu için böyle söylüyorum. Sen dostumsun. Ancak benim bildiğim tek şey var. Ticaret kuralına göre oynanır. Ticarete dostluk girdi mi araya b.luk girer. Onun için ben dostumu kaybetmek istemem. Sakın araya girme! Delikanlı para kazanacak sana ne?” Delikanlı baktı olmayacak hacıya “Kalkalım!” dedi. Patrona “Ben bir düşüneyim. Garantileri temin etmeye çalışayım!” dedi. Çıkıp gittiler. Patron bana döndü: “Gördün mü Mehmet! Bu adam tam bir üçkâğıtçı! Ayda bin metrekare diye bizim hacıları kandırıyorlar. Bak bizim hacıya o kadar sert ve net şeyler söyledim hala uyanmadı. Sonra battık diye ağlıyorlar.” Evet, maalesef böyleydi. İşte benim kurumsal iş yapmak dediğim şey ticareti kuralına göre oynamaktı. Güven elbette olacak ama alacakları garantiye almanın kurallarına da riayet edilecek. Allah boşuna mı “1400 yıl önce “Borçlu alış veriş yaparsanız senet yapın, senedi yaptığınıza da iki şahit getirin, iki erkek bulamazsanız, bir erkek iki kadın getirin, olur ki kadınlardan biri unutursa diğeri hatırlatsın!” diyor? Allah 1400 yıl önce kurumsal ticaretin temelini koyuyor, bizim Müslümanlarımız ise “Ticaret güvene dayanır, Müslümanlar arasında senet mi olurmuş.” diyor. Sonra batıyor, ağlayarak sızlayarak kadercilik oynuyor.
Bu olaydan yaklaşık iki ay sonra cezaevine gittim. Bana bu işi bulan dava kardeşim Mustafa idi. Olay aklımda gezinip duruyordu. Ankara'ya ziyarete gelince sordum. Böyle bir olay olmuştu. Bizim Ispartalı hacı kefil oluyordu. Herhangi bir patlama duydun mu? Patlama dediğim Ispartalı halıcıların dolandırılmasıydı. Mustafa gülerek: "Hem öyle bir patlama oldu ki adam otuza yazın halıcıyı dolandırmış. Bizim saf hacı da kefil olmuş. Yanıp yakarıyor." "Bizim patron Aydoğan adamı uyardı demek ki anlamamış. O adam bize gelip ayda bin metrekare halı istemişti." "Aydoğan manyak mı? Verir mi hiç?"
Şimdi sormak lazım bu dolandırılan hacı halıcılar hak etmiş midir etmemiş midir?
Ben her zaman şöyle derim. Kuralına göre okuyacaksın! Kuralına göre anlayacaksın! Nefsini araya sokmayacaksın! Kuralına göre dinini yaşayacaksın! Kuralına göre işini yürüteceksin! Kuralına göre dostluk ahbaplık arkadaşlık ilişkilerini yürüteceksin! O zaman sorun çıkmaz. Kurallı olmak disiplinli olmak, verilen sözleri yazılı hale getirmek ve mutlaka yerine getirmektir. Günümüzdeki gibi ticaret riskler taşıyorsa garantileri almak işin temel kuralıdır.
Şimdi diyeceksiniz ki senin dediğin şekilde ticaret yapılmaz ki! Ben de diyeceğim laf! Siz Koç’un ürünlerinin satış bayiliğini almaya kalkın bakalım size ne diyecekler? Önünüze hangi kuralları koyacaklar? Adamlar kazanıyor mu? Evet! Kuralsız garantisiz işleri var mı? Hayır! Neden? Ha onlar Müslüman değil kapitalist mi diyeceğiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder