18 Kasım 2022 Cuma

Babam ve Ben 33

Babam herkes gibi kendine has bir özelliğe sahipti. İyi yanları olduğu gibi kötü yanları vardı. Ne yazık ki bizim çocukluğumuz kötü yanlarına rastladı. Anladım ki kötü yanları içinde bulunduğu şartlardan kaynaklanmıştı. Babasıyla yolları ayırmış, tası tarağı toplamış, köyden şehre göçmüştü. Para yok, pul yok. İş yok güç yok. Orada burada çalışırken kendine bir yol çizmiş. Kendine çizdiği yol evde bizi yakıyor, dışarıda kendini yakıyor. 

Hayat şartlarının zorladığı insanlar vardır. Bunlar; “Evde aslan dışarıda kedi babalar.” olur. Hemen nasıl olur demeyin. İnsan insandır, her yerde insan olmalıdır demeyin. Bilin ki; her insanın yaşadığı çaresizlikler vardır. Çaresizlikleri yaşayanların durumunu anlamak zordur. İçlerindeki travmaları anlamak zordur. Dışarıda çaresiz kalanlar genelde evde terör estirirler. Dışarıdaki çaresizliklerinin üstünden gelmek için evdeki zayıflara yönelirler. Evde eşine, çocuklarına güç gösterisi yaparlar. Böylece bir iç tatmine ulaşırlar. Böyleleri dışarıda aman efendim, tamam efendimcidirler. Amirlerin, patronların karşısında ezilenler, onlara eyvallah dedikleri her günün karşılığında evlerinde eşlerine ve çocuklarına eyvallah dedirtme gereği hissederler. 

Dışarıda aslan olanlar, kimseyi takmayanlar, güçleriyle her yerde varlıklarını öne çıkaranlar özgürdür. Özgürlüklerinin verdiği güvenle haksızlıklara karşı çıkarlar, adaleti savunurlar. Dışarıda eyvallah demedikleri için evlerinde de demezler. Evlerinde güçlerini göstermek için bir bahane aramazlar. Eşine, çocuklarına iyi davranırlar. Ancak haksızlığı, yanlışı gördüklerinde müdahale ederler. 

Babam alkolik patronun hizmetine girmiş her türlü pisliğine eyvallah çekiyor. Köyden yeni gelmiş. Hiçbir güvencesi yok. Baba tarafından sahip çıkılacak bir durumu yok. Ailesi tarafından sahip çıkılacak bir durumu yok. Kayınpederi zaten farklı bir insan! Annem ailenin en büyüğü dolasıyla bütün kardeşleri küçük. Benim çocukken hatırladığım sadece annemin küçüğü teyzem evliydi. Sonradan kayınpederim olan dayım ve teyzelerim kız kardeşleri daha çocuktular. Onun için babama katkıları yoktu. Yazın tarlalarda, bağda, bahçede çalışırlar, kışın bizim eve gelip ücreti mukabil halı dokurlardı. Şu var ki teyzelerim ve halam geldiği zaman ev şenlenirdi. Onun için kış günleri genelde iyi geçerdi. Babam onlar varken nedense çok agresif davranmazdı. 

Ancak alkolik patronundan ayrıldıktan sonra işler tamamen değişti. Kendi işini kurmuş, evde halı işleniyordu. Dışarıdaki işindeki başarısızlığı dürüstlüğünden saflığından kaynaklanıyordu. Önüne gelen dolandırmaya başladı. Halı satıyor, karşılığını alamıyordu. Her iflasında başını önüne eğiyor, daha iyi davranıyor, evde daha çabuk halıların dokunmasını istiyordu. Halı satma işini bırakıp, halı tamirciliğine başladığında tamamen değişti. Artık kimseye ihtiyacı kalmamıştı. Bir de ben SSK primlerini tamamlatıp emekli ettim. O zaman iyice rahatladı. Tabi o zamanlar biz büyükler evden ayrılmış, sadece benden yirmi yaş küçük bir erkek kardeşim ve akıl noksanlığı olan en küçük kız kardeşim vardı. Akıl noksanı doğan kardeşimden sonra babamın merhamet kapıları açıldı. Onun için benden yirmi yaş küçük erkek kardeşim, ben bazen “Babam bizi iyi döverdi.” değim zaman, “Babam dövmez ki!” derdi. 

Babamın dışarıda kedi evde aslan olma nedeni yaşadığı şartlardan kaynaklanıyormuş. İçinde yaşadığı fırtınaların ne yazık ki kurbanı biz büyükler olduk. Küçükler fırtınaları yaşamadılar. Ekonomik sıkıntılar, çaresizlik insanın yaşamını etkiliyor. Karakteri ne kadar iyi olursa olsun, çaresizlikler insana farklı bir hayat yaşatıyor. Zaten cahil olan insanlar, cehaletin getirdiği bilinçsizlikle kendilerini kontrol edemiyorlar. 

Anadolu erkeği baba olduğu zaman çok az istisnası hariç, hemen hepsi evine ekmek götürmeyi üzerine borç bilir. Mesleği, diploması, iyi bir işi yoksa günü birlik işlere gidiyorsa, üstüne psikolojik yenilgilerden kurtulmak için sigara alkol gibi lanet içecekleri içiyorsa, o insandan hayır gelir mi? O insan eve geldiğinde dışarıda kimseye bir şey diyememenin faturası ekmek isteyen karısından, defter kalem isteyen çocuklarından çıkarıyor. 

Devleti yönetenler toplumsal gelişmelerde hiçbir zaman halkın yanında olmadılar. Devleti yönetenler daima toplumdaki zenginlerin yanında oldular. Devletin memurları her zaman toplumdaki zenginlerin önünde el pençe divan dururken, toplumun fakirlerini yoksullarını yok saydılar. İşlerini görmediler. Kapılardan kovdular. Bugün git yarın gel yönetim metoduyla sürüm sürüm süründürdüler. Zenginler devlet dairesine gitmeden bile bir telefonla işlerini hallettiler. Fakirler yoksullar devlet kapısından kovuldular. Ben küçükken büyüklerim anlatırdı. “Biz devlet dairesinin yanından geçerken bile ayaklarımız korkudan dolaşırdı. Devlet dairesinin içine girip bir şey istemek ne haddimize? Yüzümüze bile bakmazlardı. Tekme tokat kapıdan kovulduğumuzu biliriz.”

Türkiye sosyal, ekonomik, kültürel değişimler yaşadı. Ne yazık ki biz Türkiye’nin sosyal, ekonomik, kültürel değişimlerinin en hızlı yaşandığı bir dönemde yaşadık. Elbette savaş dönemleri daha kötüdür. Ancak modernleşme, çağdaşlaşma denilen dönemlerde bizlerin yaşadığı, hele babalarımızın yaşadığı şartlar hiç iyi şartlar değildi. Ben bile bugüne kadar ki hayatımda 19670, 1971, 1980 yıllarındaki ihtilalleri görmüş biriyim. Daha sonraki post modern darbeleri, ihtilal denemelerini saymıyorum. Yaşamımız her türlü ekonomik sorunları yaşayarak geçti. 

Bugünkü nesiller daha berbat günlere geliyor. Bugünkü nesillerin kızları-kadınları hala şanslarını sürdürüyor. Çünkü Türkiye’deki emeklilik yasalarına göre bayanlar emeklilik hakkını kazanmış babalarının emekli maaşlarından babaları ölünce yararlanıyorlar. Ancak bu yasada gelecek nesiller için değiştirildi. Erkekler ise kendi yaşamlarını kurmak zorundalar. Günümüzdeki nesiller bizim yaşadığımız zorlukları yaşamadılar. Bizler babalarımızdan neredeyse hiçbir şey görmedim. Benim yaş grubum yüksek tahsil yapmışsa çoğu çalışarak kendisi okumuştur. Hatta öyle ki benim yaş grubumun çoğu ilkokuldan sonra okuyamamıştır. Okuyamayanların çoğu esnafların yanında çıraklık yaparak hayat kurmuştur. Kendi başlarının çaresine bakmışlardır. Bizim yaş grubu her zaman olaya şöyle bakmıştır. “Bizler çocuklarımıza çektiğimiz sıkıntıları çektirmeyeceğiz.” Bu felsefeyle hayata bakan bizler genellikle çocuklarımızı saksıdaki çiçek gibi yetiştiriyoruz. Bundan bir hafta önce bir program izledim. Çocuk yetiştirmekten söz ediyordu. Anadolu insanı genelde çocuğu düştüğü zaman hemen koşar, kaldırır. Batıdaki insan çocuğu düşünce kaldırmaz. Kendisinin kalkmasını ister. Ben her zaman söylerim. Meselâ Amerika’daki izcilik eğitimleri, çocukların doğal şartlarda nasıl yaşayacaklarını öğretmekle geçer. Onun için bir Amerikalı hangi yaşta olursa olsun, ister kadın ister erkek olsun fark etmeden, doğada yalnız kalırsa, yolunu kaybederse, başının çaresine bakabilir. Ancak bizim insanımız bakamaz. Bizim insanımız bazı dağ köylüleri hariç, özellikle şehirliler, dağda kaybolsalar, açlıktan ölürler. Yiyecek bulamazlar, belki suyu bulurlar ama market, bakkal, fırın yoksa öleceklerini düşünürler. Ancak bir batılı özellikle Amerikalılar dağlardan, ormanlardan beslenmeyi bilirler. Bu bir yetiştirme tarzıdır. Doğa her haliyle insanı besler. Ancak bizim insanımız doğanın kendisini nasıl besleyeceğini bilmez. Beslenme yolu sıradan herkesin bildiği yoldur. Şehirli, lokanta, market, bakkal olmazsa beslenemeyeceğini düşünür. Parası yoksa aç kalacağını düşünür. Çünkü bizim beslenme yolumuz paradan geçer, doğadan geçmez. 

Günümüzde özellikle İzmir’de öyle gençler gördüm ki; ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Özellikle gençlerin yaşı otuzu geçmiş, kırk yaşına yaklaşmış ortalıkta geziyorlar. Sigortaları yok. İşleri yok. Bu türleri genelde iş görüşmelerinde görüyorum. Soruyorum: “Nasıl geçiniyorsun?” “Annem babam emekli! Annemin maaş kartı bende!” Peki, bu genç annesi babası ölünce ne yapacak? İş hayatını bilmiyor, elinde diploma doğru dürüst yok. Erkek olduğu için babasından emekli maaşı alamayacak. Ne olacak? Bunları soruyorum: “Bu yaşam şekliyle nereye varacaksınız?” Ben sorunca öylece bakıyorlar. Hiç bu tür şeylerin başına geleceğini hesap etmemişler. Bir gün birisi şöyle dedi: “Annemden babamdan bana ev, dükkân, yazlık, araba kalacak. Onları satar yerim.” Ben de sordum: “Nereye kadar?” 

İşte bizim her türlü zorlukta yetişmemiz bu tür soruları bize sordurmadı. Bizler dayakla yetiştik. Bir gün geldi babamızdan hiçbir şey beklemiyoruz. Hatta bir gün verirlerse almayacağız dedik. Daha çocukken kendi hayatımızı kazanmak için çalışmaya başladık. Okuduysak kendimiz okuduk. İş kurduysak kendimiz kurduk. Evlendiysek kendimiz evlendik. Gün geldi bizim yaşadıklarımızı yaşamasın diye çocuklarımızın üzerine titredik. Onları hayatın içine atmadık. Kendi başlarının çaresine bakmayı öğretmedik. 

Eğitimde aynı noktaya geldi. Mesela ben ilkokulda okurken öğretmenlerimiz velilere şöyle tembih ederdi. “Sakın evde çocuklarınız ödev yaparken yardım etmeyin! Çocuklar kendisi yapsın! Biz neyi yapabildiğini, neyi yapamadığını görmek istiyoruz.” Veli toplantılarında velilere bu sözler söylenirdi. Hani öğretmenler böyle demese de babalarımız analarımız cahildi ki! Annem okuma yazma bilmezdi. Babam derme çatma askerde Ali Okulunda okumayı yazmayı öğrenmiş. Hiçbir kültürü yoktu. Ancak gün geldi şimdi öğretmenler şöyle diyor: “Biz derslerde çocukların hepsine yetişemiyoruz. Anneler babalar göreve! Bize yardım edin! Çocukların ev ödevlerini yapmalarını yardım edin!” Hâlbuki bizim sınıflarınız 60 -70 kişilik sınıflardı. Şimdiki sınıflar 25-30 kişilik sınıflar. Aradaki farkı görebiliyor musunuz? Şimdiki çocuklar okumuyor, anneleri babaları tekrar ilkokulu, ortaokulu okuyor. Böyle bir durumda çocuklar yetişir mi? Bu çocukların öğretmene karşı sevgisi saygısı olur mu? Öğretmenler, görevlerini annelere babalara devrettiğinde zaten öğretmenlik haklarını kaybetmişlerdir. 

Kötülük istenmez. Bizler kötü şartlarda yetiştik. Bizler dayakla yetiştik. Bizler harçlık parası almadan yetiştik. Bizler çocukken para kazanmayı öğrenerek yetiştik. Bizler çocuk yaşımızda sabah namazında işe gidip, yatsı namazında işten gelerek hayatı tanıdık. Kimimiz esnafların yanında, kimimiz sanayide çıraklık yaptı. Bugün ne kazandıysak kendimiz kazandık. Buna neden babalarımızdı, annelerimizdi. Onlar çaresizdi, cahildi, ellerinden bir şey gelmiyordu. Çaresizliğin travmalarıyla üzerimize yürüdüler. Onların her üzerimize yürüyüşüyle biz bilendik. 

Benim öngörüm önümüzdeki otuz yıl içinde toplum büyük bir kaosa girecek. Çünkü otuz yıl içinde emekli olan babaların maaşları kendilerine hiç yetmeyecek. Annelerin emekli maaşları kendilerine hiç yetmeyecek. Şimdiki gibi bir maaş kartı çocuklarda, diğeri ailede olmayacak. Çocuklar dayandıkları aileleri kaybedecekler. Bunun hırsını babalarından annelerinden alacaklar. Çaresizliklerini annelerinin babalarının kartlarını çalmakta bulacaklar. Türkiye’nin ekonomisi her gün işsizlik oranlarını artırıyor. Böyle giderse neredeyse ülkenin dörtte biri işsiz olacak. Ortalıkta bir sürü diplomalı işsiz olacak. Netice! Kaos, anarşi, suçlar artacak. Onun için derim ki; şimdiden çocuklarınızı yetiştirirken hem çalıştırın hem okutun! Hayatı okumak o olarak öğretmeyin! Artık okumak iş sahibi olmuyor. Okumak iş hayatı kazandırmıyor. Bütün bunlar bir şans eseri veya etrafındaki tanıdıklara bağlı gelişiyor. Siyaset kendine bağlı insanlara iş veriyor. İnsanların aklını, karakterini, hayatını kendilerine köle yapıyor. Karakterli, kendine özel insanlar istemiyorlar. Bu durumda elimizde tek koz kalıyor. Hayatını kendileri kurabilecek nesil yetiştirmek. Eğer bunu başarabilirsek, o zaman çocuklarımız bocalamayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder