18 Aralık 2022 Pazar

Babam ve Ben 30

“Oğlum param yok.” Babam böyle diyordu ama ben inanmıyordum. Geçmişte zaten babamdan bir şey istemeyeceğime yemin etmiştim ama çaresizlik işte! Babamdan istediğim para öylesine değildi, ödünç olarak geri vermek üzere istemiştim ama yok dedi. 

Bu olaya neden olaylar zinciri, olayların arkasındaki etmenler uzun bir hikâye! Umarım bu uzun hikâyeden dolayı sıkmam! 

En küçük çocuğum rahatsız doğdu. Dört çocuğum var. İki kız onlar büyük. İki oğlan, oğlanlar küçük. CÖ, CS diyorum bazen ben! Kızlar cezaevi öncesinde doğan çocuklarım. Ben cezaevinde iken babasız ve yokluk içinde yaşadılar. Oğlanlar cezaevi sonrası, onların da ilk zamanları yokluk içinde geçti. Sonraları düzelmeye başladık. 

En küçük çocuğumun doğuştan kalın bağırsağının dörtte üçü ölü doğdu. Çişini yapamıyor. Karnı kızarınca hanım doktora götürüyor. Çocuk doktoru hemen Antalya’ya çocuk cerrahi arkadaşına sevk ediyor. Antalya’da altı günlükken ameliyat oldu. Doktora sordum: “Biz akraba evliliği yaptık. Acaba bundan mı?” Doktorun cevabı: “Hayır! Bu hastalığın akraba evliliğiyle ilgisi yok. Bu hastalık annenin hamileyken geçirdiği üzüntü! Anne yoğun üzüntüler yaşamış! Anne üzüntüler yaşayınca beden otokontrolü kaybediyor. Beden otokontrolü kaybedince rahimde gelişen çocuğun gelişmesi duruyor. Sizin bebeğe bu duruş bağırsaklarda denk gelmiş. Başka yerlerde de denk gelebilirdi.” O zaman anladım. Biz gerçekten büyük üzüntüler yaşamıştık. İbret olması için bu üzüntülerin hikâyesini anlatacağım. Biraz da ders olsun!

Ekonomik hayatım bazı şehirlerin yaz havasına benziyordu. Anında soğuk olan, yağmur yağan, birden bire soğuyan, sonra acayip ısınan günler olurdu. Isparta’nın havası eskiden öyleydi. Tek günde dört mevsim yaşayabilirdiniz. Hayatımı dört mevsim yaşayan yaz havasına benzetirim. Evli barklı iken asgari ücretin üçte bir geliriyle yaşadığım günler oldu. Asgari ücretin yedi buçuk katı maaşla yaşadığım günler oldu. Hayatımın ekonomik çizgileri sert iniş çıkışlıydı. Allah daha büyük dertler vermesin deriz. Ben bu tür sözler söyleyerek Allah’a faturayı kesmem! Başımıza gelen şeylerin birçoğu değil, hemen hemen tamamı kendi yaptıklarımızdan kendi ettiklerimizdendir. Dünya hayatını istediğimiz şekilde yönlendirebiliriz. Suya sabuna dokunmadan sadece dünya için çalışıp, sadece kazanmaya odaklanarak yaşayabiliriz. İyi niyetli davranarak insanlara güvenle bakar, güveni kontrollü yapmayarak bir sürü kazık yiyerek yaşayabiliriz. Seçtiğimiz mesleklerin adamı olmayabiliriz. Günümüzde muhasebecilik mesleği prim yapıyor. Çünkü aylık fatura kesiyorlar, aylık topluyorlar. Bizim başladığımız zamanlar yıllıktı. Bir yıl muhasebe işlerini yap, beyanname zamanı beyanını ver, para gelecek diye bekle! Böyleyken bile millet işini yüzdürmüş. Sonradan öğreniyorum. Millet yalanı, hileyi, hurdayı, haramı işin içine katmış. Muhasebesini tuttuğu kişilerin, aylık sigorta ve vergi ödemelerinde hep yüksek söyleyerek fazladan para almışlar. Adam araba almış, taksitlerini muhasebesini tuttuğu adamlara ödetmiş. Ev almış taksitlerini muhasebesini tuttuğu adamlara ödetmiş. Muhasebeciye güveniyorlar ya, adam güveni üzerinden gitmiş kazıkları atmış. Böyle yapan birine sordum niçin? Arabayı defterini tuttuğum kişilerin işlerini yapmak için aldım onu için taksitleri onlara kilitledim diyor. Evi rahat olup, sağlıklı düşünmek, sağlıklı yaşamak için aldım. Değilse sağlıklı muhasebe işlerini yapamazdım. Madem muhasebe işlerini yapmak için aldım bu işte defterini tuttuğum adamlara yarayacak o zaman ödesinler ev taksitlerini diyor. Adam her ay bölmüş millete taksitleri, vergi diye, sigorta diye toplamış ev, araba sahibi olmuş. Dedim muhasebe ücretin yok muydu? Var tabi o ayrı diyor, pişkin pişkin! Tabi helal haram tanıyan biri olarak ben böyle sahtekârlıklar yapamazdım. 

Onun için bir zamanlar fırsatı değerlendirerek Isparta’nın Gıda Toptancılarının kurduğu bir şirkete müdür oldum. Hikâyesi ise bambaşkaydı. Şirket o zamanın parasıyla 50 milyona kurulmuş. Dört yıl çalışmış, bilançosunda 125 milyon öz sermaye görülüyor. Yani 75 milyon karlar birikmiş. Dava kardeşim Mustafa genel kurulda şirketin yönetim kuruluna seçiliyor. Kardeşim de şirkete ortak. Çünkü onlar da gıda işi yapıyor. Bir gün geldi, “Mehmet biz şirketin yönetim kuruluna seçildik ama şirket sürekli borçta! Bir müdür var işleri yürütüyor, her gün bizden borç istiyor. Şirketin hesaplarını bir incelesene!” Ben arkadaşım defterini tutuyorum. Dedim; “Öyle olmaz. Orası Anonim Şirket! Şirketin yönetim kurulu şirket hesaplarının incelenmesi için karar verip, bana yetki vermesi lazım.” Yönetimle görüşüyor, karar alıyorlar. İncelediğimde gördüğüm gerçek: Eski yönetim şirketin içini boşaltmış bunlara devretmiş. Şirketin bilançosunda öz varlık 125 milyon görünüyor ama gerçekte 45 milyon. Yani şirketin sermayesi bile ortada tam yok. Raporu çıkarıp sundum. Şaşırdılar. Müdüre bağırıp çağırdılar. Tekrar sıkı bir şekilde hiçbir şeyi atlamadan hesaplamamı istediler. Sonuç aynı! Ne yapacağız diye düşünürlerken arkadaşım “Benim muhasebeci iyidir, dürüsttür, hesapları bilendir. Gördünüz işte yaptığı hesaplarla gerçeği ortaya çıkardı. Onu müdür yapalım.” Görüşmeler sonunda birden bire müdür olduk. Bu olaylar cezaevinden çıktıktan sonra! Asgari ücretin dörtte biri gelir elde ederken birden bire müdürlük maaşı almaya başladık. Zikzağa bakın! 

Şirketin iki açığı vardı. Birincisi eski yönetim her zam döneminde eski fiyattan şirketin bütün ürünlerini satın alıp şirketi açığa çıkarmışlar. İkincisi şirket 22 fabrikanın ürünlerini pazarlıyordu. Bunlardan 13 tanesinin vadesini kısa alıyor, piyasadaki vadesi uzun olduğu için uzun vadeli satıyor, aradaki vadeyi bankadan kredi alarak zarar ediyordu. Düşünün bir firma 22 fabrikanın ürünlerini satıyor, 13 fabrikanın ürünlerinden zarar ediyor. Tabii bu 13 firma firmanın ürünleri en uzun vadeli alanlar eski yönetim ortakları! Resmen şirketi kullanmışlar. Şirketi faiz batağında zarara sokmuşlar. Zaten üst toptancılık yapan firmaların kâr marjı % 1 veya % 2 civarında! O zamanlar aylık faiz oranları %9 veya % 10 civarında! Yani şirket mesela bir aylık aldığı maldan en yüksek %2 kazançlar satıyor. Uzun vadeli sattığı için bir iki aylık %9 veya % 10 faiz ödüyor. Bu fabrikaların ürünlerinden dolayı %8 her ay zarar ediyor. Kazançlı çıkanlar ortaklar değil, eski yönetim kurulu üyeleri. Şirketi düze çıkarmak için önce 13 firmayı aramızdaki ilişkileri vadeyi uzatarak kazançlı duruma getirmezlerse bırakmayı planladık. 13 firmadan üç tanesi kaldı on tanesi gitti. Biz 12 firmayla bir yılda eksikleri düzeltmeye başladık. 

Artık şirket düze çıkmıştı. Bu ara Seydişehir’de bazı arkadaşlarla görüşmeye başladık. Arada bir gelip gidiyoruz. Sadece İslam’ı konular konuşacak değiliz ya! Arada ne yaptığımızı anlatıyoruz. Oto elektrikçilik yapan Ali diye bir arkadaş vardı. Defterlerini kendisi tutuyormuş. Bana “Seydişehir’deki muhasebecilere güvenmiyorum. Yılsonu sen kapatabilir misin?” deyince kabul ettim. Defterlerini işliyor, yılsonu hesaplarını ben kapatıyorum. Beyannameyi birlikte dolduruyoruz. Bu ara yönettiğim şirketin ne yaptığını, nasıl batağa döndüğünü, nasıl kurtardığımızı anlattım. Kafaya yazmış. Bir yıl sonra Konya’ya taşındı. Konya’daki Karatay Sanayiinde oto elektrik malzemeleri toptancılığı yapmaya başladı. Benim şirkette iki yılını karlı bir şekilde doldurdu. Kazanca geçti. Şirketin itibarı arttı. Ortaklardan biri sermayeyi artıralım daha büyük işler yapalım dedi. Şirket sermayesini artırırken en büyük hisseyi teklif eden ortan almak istedi. En büyük hisseyi alırsa şirketin %51 kısmı ellerine geçecekti. Tereddüt %51 sermayesi olan Anonim şirkette tek başına her şeye karar verebilirdi. Yönetim kurulu sermayenin yüksek artırarak %51 kısmına sahip olacağa yemin ettirdi. Bu yönetim kurulu değiştirilmeyecek. Benim huzurumda yemin ettiler. Genel kurulda sermaye artışı kabul edildi. Karar onaylatıldı. İki ay sonra %51 pay sahibi olağanüstü toplantı istedi, toplantıda başarılı yönetimi ret ederek yeni yönetim kurulu seçti. Böylece yeminini çiğnedi. Ben düşünüyorum. Yeminlerini yerine getirmeyenlerle nasıl çalışırım? 

Böyle düşüncelere dalmış, yeni yönetimle diken üzerinde iş yaparken Seydişehir’den Konya’ya giden arkadaştan bir telefon! “Abi biz senin anlattığın gibi, oto elektrik üzerine altı kişi bir şirket kurduk. Seni arkadaşlara anlattım. Başımıza müdür olarak seni istiyoruz. Mutlaka gel beraber çalışalım. Bu şirket işleri doğru gitmezse bile sen abimsin, birlikte çalışırız. Seni aramızda mutlaka görmek istiyorum.” Bir yanda diken üzerinde bir çalışma, diğer yanda yeni ufuk. Aldığım maaşın 2,5 misli maaş isteyerek bir sözleşme gönderdim. Bütün ortaklar imzalayarak gönderdiler. Biz ailecek tası tarağı toplayarak nisan aylarında Konya’ya taşındık. Taşınmadan önce arkadaşların belirlediği firmalarla anlaşmalar yapmaya karar verdik. Arkadaşlar Konya’dan Isparta’ya geldiler. Önce İzmir, sonra İstanbul’a giderek şirketlerle görüşmeler yaptık. Gitmeden önce benim evde ne beklediklerini sordum: Her şirketten en az %10 fazla fiyat indirimi, artı iki ay vade istediler. Yani altı firmanın alımını tahminen toplayarak yüklü alımlar yapacaktık. Yüklü alımlar nedeniyle artı fiyat indirimi, artı vade fazlası isteyecektik. Görüşmeleri hep ben yapıyordum. Umduklarından daha iyi bağlantılar yaptım. Bazılarından arkadaşların isteklerinden daha fazla fiyat indirimi ve vade aldım.  Arkadaşlar ortaya para koymamışlar. Ortaya 50 milyonluk senetler koymuşlar. Yani kâğıt üzerinde 300 milyon sermaye taahhüt etmişler. Şirketin kuruluş masrafları için 10 milyon aralarında nakit toplayıp şirketi kurmuşlar. Benim yapacağım iş verdikleri senetlerle mal alacak, malı ortaklara satacak, sattığım malın senedini alacak, aldığım senetlerle tekrar mal alacaktım. Bu iş yürüyecekti. Müşteri ortaklardı. Satışta risk yoktu. Zaten arkadaşlar satıp duruyorlardı. Zaten her ortak kendi bölgelerine daha önceden satış yapıyorlardı. Bizim yaptığımız hazır piyasaya artı fiyat indirimi artı vade almaktı. Ama bir risk vardı. Firmalar ortaklığı bozmak için birkaç ortağa şirkete verecekleri avantajı verir, ortaklığı dağıtabilirdi. Bu riski defalarca anlattım. Dört ay içinde Konya’da kurulan şirketin bir yıllık hedeflerini egale ettik. Bunu gören firmalar ortaklığı ayırmak için kolları sıvadılar. Ortaklardan bazılarını ele geçirmeye çalıştılar. Bunu görünce toplantılar yaptım. Firmalar korkuyordu. Dört ayda biz verdiğimiz hedefleri egale ettiğimize göre gelecek yıl daha fazla fiyat indirimi, daha fazla vade isteyebilirdik. Bunun için şirketin yok edilmesi gerekiyordu. 

Kurban bayramında bayram için Isparta’ya ziyaret için gidecektim. Ortakları topladım. “Arkadaşlar ben Isparta’ya gideceğim. Firmalar bu şirketi dağıtmak için ortaklardan bazılarını ele geçirmeye çalışıyor. Kazanç meselesi! Şirkete verilen artıları ben alayım diye bazılarınız kayabilir. Ben açıkça söylüyorum. Eğer bu şirketi bu yüzden dağıtma riskimiz varsa lütfen, kış gelmeden şirketi kendimiz kapatalım. Eskiye dönelim. Veya ben ayrılayım, siz devan edin. Ben çok tedirginim. Her an ortaklardan biri firmalar tarafından atılan ortaya takılabilir.” Hepsi itiraz ettiler. Böyle bir şey olmayacak, için rahat olsun diye yemin ettiler. Hatta bazıları aşırı dindardı. Ben Kur’an’a el basarım dedi. Altı ortağın birinin din ile fazla ilgisi yoktu. Hatta arkadaşların dediğine göre alkol bile kullanıyordu. Diğerleri namazlı niyazlı insanlardı. İki büyük ortak vardı. Biri beni çağıran Ali, diğeri o alkol kullanan ortak. Kurban bayramına gidip geldim. Üç ay sonra cayırtı kopmaya başladı. Eylül aylarıydı. Tekrar ortakları topladım. Arkadaşlar sudan sebeplerle aranızda tartışmalar çıkıyor. Sineğin yağını hesaplarcasına kazanç hesapları yapıyorsunuz. Şirketler böyle olmaz. Bakın ne güzel firma kurduk. Dört ayda hedefleri egale ettik. Son yaptığım hesaplara göre hiç para koymadan kurduğunuz şirket 300 milyon sermayesini kazandı. Şimdi bu kazancı bölüşürken kavgalar çıkarıyorsunuz. Böyle giderse şirket dağılır. Ben hayatıma çok kar edip dağılan şirket diye kaydederim. Çünkü şimdiye kadar hep zarar eden şirketlerin dağıldığını gördüm. Sizler altı ayda şirkete kâğıt üzerine koyduğunuz sermayeyi kazandınız. Hâlbuki hiç para olarak sermaye koymadınız. Lütfen! Eylül ayındayız, kış geliyor. Okullar açılacak. Okula giden çocuklarım var. Karar verin! Ya şirketi işten ayırın, ya da ben ayrılayım. Yine itiraz ettiler. Yemin billah bu şirket dağılmayacak dediler. Konya’da kirada oturuyoruz. Aralık ayı geldi. Bir gün beni toplantıya çağırdılar. Hep ben çağırıyordum. Beni Konya’ya davet eden arkadaş yüzüme bakmıyor, gözlerini sürekli benden kaçırıyor. Ortaklığın bittiğini bana tebliğ ettiler. Sözleşmem gereğin bir maaş tazminatımı vereceklerini, Isparta’ya taşınmam için nakliyeyi ödeyeceklerini söylediler. Kış ortası! Anladım ki; beni Konya’ya davet eden arkadaşı firmalar bağlamış. Yani şirketi ilk satan şirketin kurulmasına vesile olan, beni Konya’ya davet eden, şirket işleri bile yürümese kardeşiz, abimsin birlikte çalışacağız diyen dava kardeşimizdi. Hâlbuki diğerlerinin dava ile hiçbir ilgisi yoktu. 

Bu olay bizi o kadar üzdü ki sormayın! Eşim son çocuğuma hamileydi. Bizi Konya’ya davet eden aile ile görüşüyorlardı. Kadınlar tarafı çok üzgündü ama beyefendi çıkarı peşinde hiç üzgün değildi. Biliyor musunuz? Kamyonu alkol kullanan, dinle ilgisi olmayan tuttu. Kamyonla birlikte şirketindeki işçileriyle geldi. İşçileri eşyalarımızı yükledi. Beni Konya’ya çağıran dava arkadaşımız, güya kardeşimiz ortalıkta yoktu. Güle güle demeye bile gelmedi.  Diğer dindarlar da gelmedi. Sadece din ile ilgisi olmayan, alkol kullanıyor diye şikâyet ettikleri ortak geldi. Yardım etti. Güle güle dedi ve ekledi: “Mehmet Abi; gerçekten şu an senin maaşı tek başına karşılayacak durumum yok. Eğer verebileceğime inansaydım seni asla bırakmazdım. O günden beri düşünüyorum. Çare bulamadım. Ne olur affet! Konya’da bir kardeşin var. Konya’ya yolun düşerse ne olur uğra! Geldiğini duyarsam ve uğramazsan çok üzülürüm.” 

Ne umduk ne bulduk. Dava kardeşimiz güya bilinçli Müslümanlık taslayan kişi davet etti. Alkol kullanan bir kardeş kazanarak geri döndük. Üzgün, stresli! Kış günü! Ev tutulmamış. Biz eşyalarla yola çıktık. Düşünün Isparta’ya geri dönüyoruz. Konya’da geçirdiğimiz süre nisandan aralığa kadar.  Yani dokuz ay! Hüsran! Hüzün! Kamyon yola çıktı. Biz üç çocuk ve eşimle otobüsle dönüyoruz. Isparta’ya geleceğiz, ev tutacağız, kamyonu karşılayacağız. Bu stres, bu üzüntü hamile eşimi etkiledi, çocuğun gelişmesi etkilendi ve Allah’a şükür daha çok darbe almadan sadece kalın bağırsaklarının dörtte üçü ölü doğdu. 

Bayrama geldiğimde bizim eski şirketin başkanına uğramıştım. Adam gönül koymuş. Sitem üstüne sitem yapıyor. “Mehmet sen ne biçim adamsın! Madem iş arıyordun niye bana gelmedin. Ben senin gibi ne muhasebeci gördüm ne de müdür. Sen bana deseydin seninle biz yeni bir şirket kurardık. Ben marketçilik yapıyorum biliyorsun. Gıda toptancılığı yapmak üzeri şirket düşünüyordum. Sen olsaydın hemen kurardık.” demişti. Isparta’ya geldim, bir tanıdığımın babası bizim yanımızda ev var dedi. Orayı tuttuk. Aile yaşamına uygun değildi ama idare edecektik. Eve yerleştikten sonra bizim eski başkana gittim. “Ben geldim. Hadi bakalım! Şirket kuracaksak kuralım. Konya’daki maaşı isterim.” “Konya’daki maaşı veremem bir milyon aşağı olsun! O zamanlar milyonlar konuşuyordu. Hani altı sıfırlar atılınca düşen rakamlar. Konya’ya beş milyon maaşla gitmiştim, Isparta’ya dört milyon maaşla geldim. Aralıkta geldik, ocakta çocuğum hastalıklı doğdu. 

SSK doktoru Ispartalı Ayhan Argun ilk ameliyatı yaptı. Bu ara gıyabında tekrar minnettarlığımı ifade etmek isterim. O kadar vefakâr davrandı ki; sanki kendi çocuğu! İlk ameliyatta bağırsak kesiliyor, mideden yönünden gelen canlı bağırsağın ucu vücut dışına çıkarılıyor. Bebek vücuda yapıştırılan torbaya çişini yapıyor. Doktordan öğreniyoruz. En az üç yaşına kadar böyle yaşayacak. Sonra canlı kısmın ucu çocuğun makatına dikilecek. Vücut şimdiki yapısıyla ikinci ameliyatı karşılayamaz. Vücuda yapıştırılan torbaların yerlisi, yabancısı var. SSK karşılıyor. Ancak yabancısı her zaman bulunmuyor. Bulunsa da eczaneler fark alıyor. Sağ olsun doktor çok iyi! Teminat verdi. Arabamın torpido gözünde daima bir reçete koçanı bulunacak. Mührüm zaten yanımda! Torbaya ihtiyacın olduğu her zaman beni nerede bulursan orada sana reçeteyi veririm. Sen başhekime imzalatır işini görürsün. Torbalar on beş gün gidiyor. Biz her on beş günde Isparta’dan Antalya’ya reçete almaya gidiyoruz. Bazen çocuğu götürüp muayene ettiriyoruz. Bazen sıra bekliyoruz. Haksızlık olmasın diye! Kapı açıldığında bizi görünce hemen içeriye alıp reçeteyi veriyor. Şimdi nerede böyle insancıl doktorlar. 

Yaklaşık iki yıl falan geçmişti. Bu ara yeni bir balon testi diye bir test sistemi çıkmış. Kalın bağırsağın içine gaz verip şişiriyorlar, canlı kısmı tespit ediyorlar. Bunu ancak İstanbul Cerrahpaşa yapıyormuş. Antalya’daki doktor bir arkadaşının ismini vererek bizi Cerrahpaşa’ya gönderdi. Raporu aldık. Antalya’ya götürdük. Doktor bana yeni bir bilgi verdi: “Mehmet biliyorsun SSK’nın imkânları dar. İlk ameliyatı yaptık ama Tıp Fakültesi Hastanesi daha iyi! Oraya Amerika’da uzmanlık yapan bir çocuk cerrahi gelecekmiş. Çok ünlüymüş. Arkadaşlar öve öve bitiremiyorlar. Doktor gelince seni Tıbba sevk edeceğim. Ameliyatı oradan olsun. Çocuğu riske sokmayalım. Tamam dedik. Bir ay sonra telefon ederek müjdeyi verdi. Bizi çocukla Antalya’ya çağırdı. Bu ara sevkler yasaklanmış, doktorlar kurulu kararı ile biz gelmeden sevk işlemini onaylattırdı. 

Sevk belgemizi alıp Kepez’deki Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi bölümüne gittik. Mustafa Melikoğlu! Şu an Tıp Fakültesi Hastanesinin Çocuk Cerrahi bölümü başhekimi! Aynı zamanda üniversitede hoca! Meğer bizim SSK doktoruyla tanışmıyorlarmış. Anlattık böyle böyle, ben tanımıyorum dedi ve bizi tehdit etti. “Bakın ben bir hastayı alırsam kendim sorumluluk üstlenirim. İki doktor arasına gidecek gelecekseniz ben çocuğunuzu kabul etmem! Ben işime kimsenin karışlamışını istemem!” dedi. Ben de “Mustafa Bey, bizim ilk ameliyatı yapan doktor size gönderdi. Belli ki tanışmıyorsunuz ama o sizi çok takdir ediyor ve size güveniyor ki size gönderdi. Bundan sonra çocuğumuz size emanet.” dedim. 

Doktor o kadar mükemmeldi ki; hem doktorluğuna, hem insanlığına hayran oldum. Ayda bir kontrollere başladık. Üç yaşına kadar beklemeli diyordu SSK doktoru! Ancak Mustafa Bey bebeğimiz iki buçuk yaşına gelince ameliyata karar verdi. Ona balon testinden söz ettim. “Çöpe at onu! Onlar faso fiso! Ben ameliyat anında kendi testimi kendi doktoruma yaptırırım.” dedi. Ameliyat için para isteyip istemediğini sordum. “Vallahi ben geldiğimde ameliyat parası alıyorlarmış. İtiraz ettim. Yasakladık. Ancak doktor seçimi yaparsan, seçtiğin doktor ne isterse onu verirsin. Benim serviste üç doktoruz. Başları benim! Üçümüzden biri ameliyat eder. Ancak sen dersen ki illaki siz yapın veya şu doktor yapsın, o zaman doktorun istediği parayı döner sermayeye doktor adına yatırırsın, elden almak yasak.” dedi. İlk ameliyatta sordum. “Ne parası, sonra konuşuruz.” diye savsakladı. Bebeğimizin ilk ameliyatı açma, ikincisi bağırsağı makatına dikme, üçüncüsü ise kapama idi. İki ameliyat olmuştu çocuk dışkısını yapabilirse, üçüncü kapama ameliyatı yapılacaktı. Cerrahpaşa’ya gittiğimizde sekiz, dokuz, on ameliyattan söz ediyorlardı. On sekiz, yirmi yaşına kadar tedavi işlerin süreceğinden söz ediyorlardı. Ancak bir ay sonraki kontrolde doktor ikinci ameliyatın başarılı olduğunu, bir hafta sonra kapama ameliyatı yapabileceğini söyledi. Sevinçten uçuyorduk. Çocuk artık altına yapabiliyordu. Torba işleri bitmişti. Düşünsenize dört milyon maaş alıyorum, torba farkı bir buçuk milyon, ayda iki torba alıyorsun. Yerli torba alırsan fark yok ama bebeğin bedeninde yara açıyor. Mecburen ithal torbaya yöneliyorsun. Parasızlık, yokluk, kimseye bir şey diyememek. Türlü sıkıntılar içinde bir hayat! Bu ara yine arkadaşlarla sohbetler, eğitim çalışmaları. Hayatımızın bütün noktaları tedirgin, stres içinde! Bir yanda sevinçli haberler, diğer yanda sıkıntılar. En çok sevindiğimiz şey torbadan kurtulmaktı. Çünkü ayda üç milyon biz de kalıyordu. Yaptığımız borçları ödeyecektik. Evimizin ekonomisine çeki düzen verecektik. 

Bir hafta sonraya kapama ameliyatına gideceğiz. Ancak beş kuruş para yok. Doktor canhıraş çalışıyor. Bebeğimizle evladı gibi ilgileniyor. İkinci ameliyatta eşim refakatçı olarak kaldı. Anlattıkları beni hayran bırakıyor. Doktor parası olmayan ailelerin çocuklarına bezlerini, mamalarını bile cebinden alıyormuş. İçimden diyorum. Keşke param olsa, bir miktar ameliyat parası diye versem, katkıda bulunsam! Bir tarafta düşünceler, bir tarafta yokluk. Kimseye bir şey diyemiyorum. Babamın kapısına dayandım. Baba böyle böyle! Bana bir milyon ver. Sana en kısa zamanda geri ödeyeceğim. Doktora ameliyat parası vereceğim. Cevap; “Param yok.” Hâlbuki bir milyon havda karada vardır, iyi biliyorum. Onların kafasında Allah dertli çocuk verdi, niye uğraşıyorlar. Onların temel inancı Allah verir Allah alır. Tedavi de neymiş. Doktor neymiş. Doktora verilecek parayı çöpe atılmış para sayıyorlar. Hâlbuki ben doktorun yaptıklarına, hastalarına yaptıklarına katkı olsun diye vereceğim. Kaldı ki; doktor benden istemiyor. Açıkça istemiyorum demiyor. İkinci ameliyat sırasında dedim sizin için ameliyat parası ödeyeceğim. Döner sermayeye git öde!” dedi. Döner sermayeye gittim. “Mustafa Melikoğlu için ameliyat parası ödeyeceğim.” dedim “Kaç para ödeyeceksin doktor söyleyecek git sor.” dedi. Doktora gittim “Fiyatı siz söyleyecekmişsiniz.” dedim “Allah Allah cahil mi bunlar, onlar bilir.” dedi. Anladım ki savsaklıyor. Durumumu görünce bizden para almak istemiyor. Ancak ben vermek istiyorum ama param yok. 

Yol parasını bir arkadaştan borç istedim. Ameliyat parası yok. Artık çaresizim. Sonra bulur, hastaneye uğrar öderim diye düşündüm. Sabahleyin hazırlandık. Kapı zili çaldı. Dava kardeşim Mustafa Antalyalı geldi. İçeriye oturduk. Oğlanı kucağına alıp sevdi. Sonra koltuğa koydu. Cebinden bir zarf çıkardı. “Bak bu benim yeğenim için. Biliyorum sen ar yapar almazsın. Ben bunu sana vermiyorum. Bunu yeğenime veriyorum.” dedi. İçinde kaç para olduğunu bilmiyorum. Hiçbir şey demedim. Çünkü almazsan bir daha seninle konuşmam dedi. Hayırlı yolculuk dileyip gitti. Zarfı açtım baktım tam bir milyon! Hâlbuki kimseye ben doktora bir milyon ameliyat parası vermek istiyorum, bana bir milyon lazım dememiştim. Hastaneye gittik. Yatışı yaptık. Doktorun peşindeyim. Bir milyonu vereceğim. Beni tekrar döner sermayeye gönderdi. Döner sermaye doktora gönderdi. Parayı alan yok. En sonunda akşama doğru odasında yakaladım. Kimse yok. “Doktor bey! Aslında ben ameliyat parası ödemeye taraf değilim. Ancak sizin uğraşlarınızı, yaptıklarınızı gördükçe, duydukça size hayranlığım arttı. Size ameliyat parası ödemek istiyorum.” “Çok mu zenginsin?” dedi. “Hayır!” “Eee derdin ne?” “Vicdanımı rahatlatmak istiyorum.” “İyi o zaman servisime şu bilgisayar lazım. Alabilecek misin?” “Kaç para?” “Üç milyon lira!” “O kadar param yok.” “Ne kadar var?” “Ancak bir milyonum var. Bunu alın! Serviste parası olmayan çocuklara bez, mama alıyormuşsunuz. Onlara katkım olsun!” Güldü! “Nereden biliyorsun?” “Eşim refakatte kaldı ya o söyledi.” “Vay keratalar. Hâlbuki serviste olan serviste kalacak. Kimseye söylemeyin diye tembih ediyorum.” dedi. Zarfı aldı! “Bir haftalık mama ve bez ihtiyacını görür.” dedi. İnanır mısınız? O kadar hafiflemiştim ki! Bir milyonu getiren Mustafa Kardeşim için ne çok dualar ettim.  

Oğlum büyüdü. Üniversiteyi inşaat mühendisi olarak bitirdi. Ameliyatlı olduğu için askerlikten muaf olacak. Doktor ameliyat raporlarını istedi. Hayret! Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi bölümünü internetten buldum. PTT’ye ait sabit telefon numarası var. Telefon ettim. Bir ses: “Buyurun ben Mustafa Melikoğlu.” Şaşırdım. Çünkü aradığım, arayacağım kişi! Meğer sekreteri lavaboya çıkmış doktor kendisi telefona bakmış. Durumu anlattım. “Of! Yirmi yıl geçmiş yahu! Keratalar yirmi yıl öncesinin ameliyat raporlarını istemeye utanmıyorlar mı? Hep böyle yapıyorlar. Nereden bulacak demiyorlar. Söyle bana hangi yıldı.” “Çocuk 1993 doğumlu, siz iki buçuk yaşında yaptınız.” "95-96 yılları yani!” “Evet!” “Çocuğun adı ne?” “Bedirhan Çoban!” “İki gün sonra gelsin bana! Burada arşiv yandı. Kimse bir şey bulamaz. Ben hallederim.” “Teşekkürler.” 

İnanır mısınız? Ben böyle bir doktor görmedim. Hatırlıyorum. Muayeneler sırasında elinde ajanda vardı. Her muayene notlarını ona yazıyordu. Meğer doktor bütün hastalarla ilgili muayeneleri, gelişmeleri o deftere gün gün yazıyormuş. Arşivler yansa da, kül olsa da, doktorda bütün bilgiler var. Meslek aşkını gördünüz mü? Doktor yirmi yıl öncesinin ajandalarını sekretere bulduruyor. Oğlumla ilgili bütün detayların fotokopilerini çektiriyor. Bir üst yazı yazıp hazırlıyor. Çocuk gelince beni görsün hemen verme diyor. Oğlum ablasıyla doktora uğradığında, kucaklıyor, öpüyor, kokluyor, tebrik ediyor. Sorunların var mı yok mu diye soruyor. Bir hatıra fotoğrafı çektirip uğurluyor. İnanın böyle meslek aşkı taşıyan, böyle insan olanları gördükçe, hala insanlık adına umut var diyorum. Sağ olasın Mustafa Melikoğlu! Yirmi yılda nasıl tanıdıysam aynı insan olmanın gururunu taşıyorsun. İnsansın, insan!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder