Babamın bakliyat işleri yapan bir komşusu vardı. Ali dayı CHP’li imiş! Onun için babam pek fazla ilişki kurmazdı. Halk arasındaki kasketli, kalantor görünüşlü CHP’lilere benziyordu. Babamla aynı yerde çalıştığımız için gelip gittikçe selam veriyordum. Ancak fazla konuşmuyordum.
İşyerime gençler gelip gidiyor. Dergiler, kitaplar geliyor. Sağ olsun kitabevini devrettiğimiz Ömer Küçükağa ve Ahmet Küçükağa yıllık zekâtlarını hesap ederler, kitap olarak ayırırlar, bir kısmını da bana verirlerdi. Onlarla ayın kulvarda mücadele vermesek de arkadaşlığımız sürüyordu. Zaten muhasebe defterlerini ben tutuyorduk. Ömer kitapçılığa devam ediyor. Kardeşi Ahmet Ak dağıtım diye bir dağıtım işi kurarak, kapalı bir arabayla bölgede kitap satıyordu. Onlar bana kitap verdiklerinde ortalık kitaptan geçilmezdi.
Babam gelen gidenden rahatsız oluyordu. Çağırma şunları, “Burada sürekli sohbet ediyorsun, başın belâya girecek.” deyip duruyordu. Ancak bir şey fark ettim. Babam bana çağırma şunları dükkâna dese de ben yokken gelenlerle oturuyor, konuşuyor, sohbet ediyor, dükkânın altını elma deposu olarak kullanıyorduk, elmalardan çıkarıyor, yedirip içiriyordu. Babamın bu ikircikli durumuna şahit olunca şaşırmıştım. Ancak hiçbir şey demedim. Oh ne âlâ! Ben yokken gülüm cim gelenle gidenle ilgileniyor. İkramlar yapıyor. Bana gelmesinler diyor. Velhasıl antikalık işte! Ne yapmak istediğini anlamak zor!
Komşumuz Ali amca zaman zaman kendi vitrinin önüne sandalye koyup babamla sohbet ediyordu. Hani babam bek sevmese de konuşuyordu. Ancak ben üzerlerine varırsam babam sohbeti bırakıp ya dükkândan gidiyor ya da gelip halı tamiri yapıyordu. Bu tutumunu da anlamakta güçlük çekiyordum. Bir gün kimse yok. Sandalyeyi alıp dışarıya çıkıp vitrinin önünde oturuyordum. Ali amcada kendi dükkânının önünde oturuyordu. Beş dakika sonra falan sandalyesini alıp yanıma gelip oturdu. “Oğlum! Ben gâvur muyum da herkesle konuşuyorsun benimle konuşmuyorsun?” “Estağfurullah Ali Amca o ne demek?” “Eee niye bize bir şey anlatmıyorsun?” “Ali Amca büyüğümsün! Asıl sen bize bir şeyler anlatmalısın! Sizin gibi büyüklerde çok tecrübe vardır.” “Kerataya bak! Ulan büyük demiyorsun, küçük demiyorsun herkesle konuşuyorsun da benimle konuşmaya gelince benden büyük diyorsun?” İşin doğrusu tam köşeye sıkışmıştım. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Başladım konuşmaya; “Ali Amca ben annemden babamdan öğrendiğim Müslümanlığa inanmıyorum. Ben Kur’an’da anlatılan Müslümanlığa inanıyorum. Gençlik yıllarımdan beri İslam üzerine bir sürü kitap okudum. Ancak ne zaman Kur’an’ı anlayarak okumaya başladım her şey değişti.” “Ne yani bizim inandığımız ve yaşadığımız İslam’ın Kur’an ile ilgisi yok mu?” “Yok, Ali Amca!” “Eee bu kadar hacı hoca boşuna mı konuşuyor.” “Bir bakıma evet!” “Neye göre söylüyorsun bunu?” “Kur’an’a göre! İstersen sana da vereyim oku!” “Ver bakalım! Peki, bu dergiler ne?” “Bu dergiler Ali Amca Türkiye’deki değişik gazetelerde çıkan, değişik bilim, fikir adamlarının yazdığı makaleleri toplayan, arada bir de özel yazarların yazdığı bir dergi!” “İslam ile ilgisi var mı?” “Evet!” “O zaman bu dergiden de ver. Bir bakayım neler yazıyormuş.” İçeriye girdim. Geriye doğru son on sayıyı, Diyanet İşleri Başkanlığının Mealini ve İktibas dergisinin birinci cildini verdim. “Tamam! Bunları okuyacağım. Ben de her vakit camiye gidip namaz kılıyorum. Şu Kur’an Mealini okuyacağım! Bakalım kıldığım namazlar doğru mu?”
Hepsini alıp gitti. Ben bir müddet dışarıda oturduktan sonra içeriye girdim. Muhasebe işlerimi yapıyorum. Bir saat falan geçmişti. Ali Amca içeriye şimşek gibi daldı. “Ulan Mehmet! Elinizde bu kadar güzel dergi var da benim okumam için niye vermezsin! Bir saattir okuyorum. İçinde harika yazılar var. Ne zamandan beri birlikteyiz. Bana niye vermezsin?” “Ali Amca! Doğrusu biraz çekindim!” “Niye?” “CHP’li imişsin!” “Eee CHP’li isem ne olmuş?” “Ne bileyim? Yanlış anlarsın, kızarsın!” “Ulan başlarım CHP’sine! Bir halt olsalar seçimleri kazanır sağ partilere kaptırmazlardı. Kimin eli kimin cebinde belli değil! Zaten sinir oluyorum.” “Seninle hesabım bitmedi! Bir de şu Kur’an’ı okuyayım. Bakalım inandığım ve yaşadığım din Kur’an’da farklıysa sana hesabını sorarım.” “Neyin hesabını Ali Amca?” “Bana geç anlatmanın hesabını!” “Tamam!”
Ali Amcam tekrar dükkânına gitti. Biraz sonra babam geldi. Babam gelince biraz üst tarafta arkadaşımız Ahmet’in dükkânları vardı. Oraya gitmek için çıktım. Ali Amcanın dükkânının önünden geçerken içeriye baktım. Ali Amca Kur’an mealini açmış okuyordu. Aradan bir hafta falan geçti. Ali Amca hiç sektirmeden Meali okumaya başladı. Gelip geçerken selam verip geçiyordum. Zaten müşterisi seyrekti! Sadece pazarın kurulduğu çarşamba günü ortalık ana baba günü olurdu. Babam çarşamba günleri elma kasalarını çıkarır elma satardı. Zaten elmalar dükkânın deposundaydı. Masamda çalışırken babama baktım. Önüne elmaları çıkarmış, bir de boş kasa! Kimse olmadığı zaman elma kasasından güzel elmaları alıyor, siliyor boş kasaya koyuyor. Müşteri gelince bir şeyler konuşuyor. Merak ettim. Dışarıya çıkıp yanına oturdum. Babam kimse olmadığı zaman elmaları elindeki bezle siliyor, diğer tarafa koyuyordu. Müşteri gelince silinmiş elmalara kilosu elli kuruş, silinmemiş elmalara otuz kuruş diyordu. Elmalar aynı elma! İşin garibi müşteriler otuz kuruş dediği elmaları almıyor, elli kuruş dediği elmaları alıyordu. Hem de üçer beşer kilo! Müşterinin olmadığı bir anda babama sordum. “Baba niye böyle yapıyorsun? Ayıp değil mi? Otuz kuruşluk elmaları silip elli kuruşa satmak da ne?” “Oğlum bunun adına ticaret diyorlar. Kimsenin başına kurşun sıkmıyorum. Tercih müşterilerin. Otuz kuruşa elma alıp kendileri yıkayıp sileceklerine, ben sadece siliyorum elli kuruşa alıyorlar. Şimdi ben silmediklerime elli kuruş desem almazlar.” “Ya baba yaptığın ayıp!” “Oğlum niye ayıp olsun? Müşteri hep elli kuruş dediğim elmaları alıyorsa bana ne? Ben kimseyi kazıklamıyorum ki!” Ben şunu anlamıştım. Ben pazarcılık yapamam! Ben ticaret yapamam! İçinde yaşadığımız toplumda ticaretin metotları farklıydı. Benim gibi Müslümanların yapacağı bir şey değildi. Ben olsaydım elmaları otuz kuruşa verip geçerdim. Silsem de silmesem de aynı fiyatı isterdim. Çünkü elmalar aynı elmalardı. Sildim diye anında yirmi kuruş fazla almazdım.
Aradan iki hafta falan geçmişti. Bir gün Ali Amca dışarıda otururken yanıma geldi. Ali Amcanın başında eski dindarların kâfir kepi dediği siperli şapka vardı. Onu hiç çıkarmıyordu. Bu tür kep giyenler namaz kılarken siperini arkaya alırlardı. Hani secde yaparken engel olmasın diye böyle yaparlardı. Bir gün önce Ali Amca pazar camiinde öğle namazını kılarken yine siperli kepinin siperini arkaya alıp namaz kılmış. Oradaki hacılardan biri cami çıkışında, “Ali Ağa! Bu keple camiye gelinmez. Müslümanlar bu kepi giymez. Bu kep gâvur kepidir.” demiş. Aralarında baya tartışma çıkmış. Ali Amca sinirle dükkânına gelmiş. Açmış Kur’an meali okuyor. Başında hacının gâvur kepi dediği kep var. Siperliği de ön tarafta! Hacı arkadaşlarıyla konuştuktan sonra evine gitmek için Ali Amcanın dükkânının önünden geçerken içeriye dalmış. Tartışmayı sürdürecek. İçeriye girince bakmış Ali Amca Kur’an Meali okuyor. “Ne okuyorsun sen böyle?” “Kur’an’ın Türkçesini okuyorum.” Hacı iyice sinirlenmiş: “Be adam bu keple Kur’an okunur mu? Gâvur oğlu gâvur.” demiş. Ali Amca sakin! “Bak Hacı! Gâvur diye iki de bir sataşıp duruyorsun. Şu anda kitabın yarısına geldim. Okuduğum yere kadar bu keple camiye gidilmez, namaz kılınmaz, Kur’an okunmaz demedi. Müsaade et! Kalanını okuyayım. Eğer okuduğum Türkçesini okuduğum Kur’an, bu keple beni okuma, namaz kılma, camiye gitme derse, çıkarıp yakacağım ama demezse senin çıranı yakacağım.” demiş. Ali Amca Hacı ile arasındaki geçen diyaloğu anlatıp bana sordu: “Nasıl? İyi yapmışım mı?” “Ali Amca! Vallahi iyi sabırlısın! Ben olsaydım o kadar bile konuşturmazdım.” “Sen gençsin tabi! Gençler hemen parlar. Biz yaşlandık, tecrübe sahibi olduk. Sen bana bakma! Ben hayatımda böyle gericilerle çok karşılaştım. Bazıları böyle gericilere bakarak namazı, camiyi terk eder. Şükür Allah’a inancım var. Ben bu geri zekâlılar yüzünden namazımı, camiyi terk etmem!” “Harikasın Ali Amca! Keşke senin gibi aklını çalıştıran olabilseydim.” “Hınzıra bak! Aklını çalıştırıp benden önce uyanmış. Şimdi bana laf ediyor. Neyse! Ben şu kitabı bitireyim.”
Aradan üç ay falan geçmişti. Ali Amca Meali bitirdi. Bir gün yanıma gelip; “Haklıymışsın! Kur’an başka bir dinden söz ediyor bizim hocalar başka bir dinden! Ben şu dergileri de okuyayım! Sen başka kitaplar ver bana!” dedi. Anlaşmıştık. Bu ara arkadaşım bana Isparta’nın halıcılarının birinin yanında müdürlük işi buldu. Muhasebeciliği kayınbiradere teslim ettim. Sen tut! Yetmediğin yerde bana gel! Ya da iş çıkışlarında ben kontrol ederim. Böyle anlaşmıştık. Yeni işyerimde dört ay falan çalıştım. Oradan iktibas dergisinde yazdığım bir makale nedeniyle cezaevine gittim. Cezaevinden çıkıp Isparta’ya geldiğimde Ali Amcanın dükkânında başka biri vardı. Babama sordum. “Ne oldu?” “Geçen yıl öldü?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder